Nevzat Çağlar Tüfekçi
1328(1912) doğumluyum. Yani 97 yaşındayım. Eski adıyla Sepetçi yeni
adıyla İçme köyünde doğdum. Bu benim nüfus kâğıdımda yazan tarih. Eskiden,
doğan çocuklar hemen nüfusa yazdırılmazdı. Bazen 1-2 yıl, hatta daha fazla geç
yazdırıldığı da olurdu. Benimki de böyle olabilir. Ama nüfustaki yaşım bu…
Yunan harbini(İstiklal Savaşını) hatırlarım. Yunan o zaman İzmir’e çıkmış,
Afyon’a doğru ilerlemişti. Aydın’a kadar
geldiler. Aydın’ı, Afyon’u yaktılar. O zaman Yörük Ali vardı. Demirci vardı.
Bunlar Efe, Efe… Bunlar Yunan’a karşı geldiler. Onların Aydın, Muğla tarafına
ilerlemesini durdurmaya çalıştılar. Bunlar Yunan’a ateş ederlerdi. Yunan,
geçemedi oralardan golece… Ben bu Efeleri görmedim emme adlarını çok duydum.
Çok meşhur efelerdi onlar o zaman. Yaptıkları hareketleri çok duydum. Ben
hiçbir savaşa katılmadım. Zaten yaşım o sıralar çok küçük. Yunan harbinde ben,
8-10 yaşındaydım.
İTALYANLARI HATIRLARIM
İtalyanların buraya geldiğini hatırlarım ben. O zaman çocuğum ben daha.
Başlarına giydikleri sivri bir fesleri vardı. Bizim köye gelirler; yumurta
alırlar, tavuk alırlardı. Bizden tosbağa(kağlumbağa), kurbağa alırlardı. Onlar
kaplumbağanın, kurbağanın yemeğini çok severlermiş. Bizim buralardaki köylerden
hep bunları satın alırlardı. Bize bunlar için iyi para verirlerdi. O zaman para
nerdeee!... Bu bizim için o zaman çok iyi paraydı… Paraları aldığımız zaman çok
sevinirdik. Onlar burada bizlere, hiç
baskı uygulamadılar. Bize çok iyi davranırlardı. İtalyanların, Allah için hiç
kimseye bir kötülükleri dokunmadı. Senle ben gibi konuştular. Binaları,
Milas’ta Yahudi Mahallesindeydi.(YN: Hoca Bedrettin Mahallesi) Daha sonra
Atatürk sürdü onları. İstiklal Harbinden sonra, Atatürk burada ne kadar
Yunan(Rum) varsa gitsin, Yunanistan’da ne kadar Türk varsa gelsin dedi. Mesela
Milas’ta bir Yunan(Rum) Mahallesi vardı. Milas’taki Rumlara, Atatürk bir hafta
izin verdi. Bir hafta içinde neyiniz varsa satın, ondan sonra buradan gidin
dedi. Rumlarla bizler alışveriş yapardık. Onların bazılarını tanırım. Şu anda
isimlerini hatırlamıyorum. Rumlar bağ-bahçe işleriyle uğraşırlardı.
Yapıcılık(inşaat işleri) yaparlardı. Un değirmenlerini çalıştırırlardı.
Bazıları başkalarının yanında amelelik yaparlardı. Ben Rumlar buradan
gittiğinde 12 yaşındaydım.(YN: Rumlar, Milas’tan, 1924 yılında Türk-Yunan Nüfus
Mübadelesiyle ayrıldılar.)
BEN ŞEHİT ÇOCUĞUYUM
Babam Çanakkale savaşına katılmış. 5-6 yıl askerlik yapmış. Babam savaşta
12 yerinden yaralanmış. Babamın adı, Osman… O zaman soyadı yok tabi. Soyadı
kanunu daha sona çıktı. Atatürk çıkardı soyadı kanunu. Babam 12 yerinden
yaralı, Bandırma’ya çıkmış. Yanında, buradan Savran’dan bir arkadaşı varmış.
Yemek yiyorlarmış. Yemek yanında soğan yemek istemiş babam. Bizim Savranlı,
“Enişte, sen endeki soğanı yeme!” demiş. Babam soğanı yemiş, karnı bi şişmiş,
hastaneye gitmiş, ölmüş… Hatta babamın bir çavuş nişanı varmış, bana göndermiş
o Savranlı’yla. Bunu benim oğlana takcesing
demiş. Ay-yıldızlı bir çavuş nişanı. Gümüşten. Üle ben onu bozdurup ta yüzük
yaptırmiyem mi? Nah kafa işte. Bizim köye o zaman bir demirci geldiydi. Bu
nişanı ona verdim, bana 3-4 dene yüzük yaptı. Senin anleceng, babamın bana
gönderdiği çavuş nişanı 3-4 dene gümüş yüzük oldu. Cahillik işte. Şimdiki aklım
olsa ben hiç öle bişey yaptırırmıyım? Sonadan çok pişman oldum hemme iş işten
geçti, ne yapçeng gari? Olan oldu bi kere. Sonadan çok üzüldüm bundan dolayı.
Onun hatıra değeri çok yüksekti.
İstiklal Harbi sırasında köyde insan kalmadı. Eli silah tutan gitti. Bu
köyde, ölen olduğu zaman kabir kazacak adam bile kalmadı. Köyde, yaşlılar,
çocuklar ve kadınlar kalmıştı. Mezarları güçlü-guvatlı kadınlar kazıyordu. O
zaman hoca yok, su yok, ölenler yıkanmadan duası okunmadan mezara konuluyordu.
Defin işlerini kadınlar yapıyordu.
BİZİM BU OVADAKİ TOPRAKLARIN HEPSİ MURAT BEYİNDİ
Yunan harbi zamanında, bu ova sürülmedi. Kim sürcek tarlayı? Gadınların
yapçe iş değil bu… Bu tarlalar öleeee, boşu boşuna yattı durdu… Daha sonra
burası çiftlik oldu. Murat Beyin çiftliğiydi burası, Eskişarlı Murat Bey...
Daha ilerisi Memet Beyin çiftliğiydi. Murat Bey, Memet Beyin kızı Behiye
Hanımla evlendi. Ondan sonra onun topraklarını da kendi topraklarına kattı.
Olduğu gibi bu ovayı ele geçirdi Murat Bey. Bu Yaşyer ovası, şu taş kazılan
yere kadar, Damlıboğaz yoluna kadar onundu. Yaşyer, Avşar, Savran, Damlıboğaz,
İçme, Ekinambarı köylerinin arazilerinin hepsi onundu. Murat Bey, bu arazileri
hep ortağa verirdi. 100 dolu buğday olsa, 50’si onun, 50’si onun. Bizim buradan
toprak almamız 1950’den öncedir. 1950’den
önce Halk Partisinin toprak reformu yaparak topraksız köylüleri, toprak sahibi
yapacağı konuşuluyordu. Bunu duyan Murat Bey, elindeki binlerce dönüm arazinin
bedavaya gitmemesi için topraklarını isteyen köylülere satmaya başladı. Murat
Bey, korkudan hemen tarlalarını ucuz-pahalı satmaya başladı. O zaman pamuk ta
para etmişti. O zaman ortakçı köylüler işledikleri tarlaları Murat Beyden satın
aldılar. Bu, İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu zamandı. CHP toprak reformu
yapmak isteyince, Beyler korktu ve ellerindeki arazileri ucuz-pahalı demeden
satmaya başladılar.
BİZ ESKİDEN AKDARI EKERDİK
Biz eskiden darı ekerdik, akdarı. O zamanlar pamuk pek bilinmiyordu. Daha
sonra pamuk ekmeye başladık biz bu tarlalara. Bunlar olgunlaştığı zaman
tanelerin bulunduğu darının kafasını keser, bunları bir harman yerine koyarız.
Daha sonra 3-4 atı birbirine çatarak(bağlayarak), harmanın üzerinde döndürmeye
başlarız. O zamanlar şimdiki gibi patoz, alet mi var? Atlar(beygirler) döndükçe, darı taneleri
başaktan ayrılır. Bir süre sonra atların çiğnemesiyle darı başakları toz haline
gelirdi. Harmanı savurarak darıları çuvallar doldururduk. Darıyı öğütür,
ekmeğini yerdik. Fazlasını da satardık.
Tarlalarımızı öküzlerle sürerdik. Herkesin evinin önünde bir çift, iki
çift öküzü vardı. O zaman sulama kanalları, su motorları olmadığı için
tarlalarımızı sulayamazdık. Ama zemin nemli-rutubetli olduğu için ektiklerimiz
kemdi kendine büyürdü. Toprak kendi
verirdi mahsulü… Bazen sel bizim bu koca ovayı basardı. Sel, Sarıçay deresinin
taşmasıyla oluşurdu. Bu ova sudan dümdüz olurdu. Geçemezdik biz oralardan.
Dağdan(Sodra) giderdik Milas’a… Bu ovadaki kanal sonradan açıldı. Su
kaynaklarından çıkan sular, ovada kendine bir yol bularak denize akardı.
MİLAS’A SODRA’DAN GİDER-GELİRDİK
Eskiden cip, minibüs, taksi mi var? Eşeklerle Milas’a gider gelirdik.
Eşeklere bir dolu, iki dolu darı arıdır(yükler), yaveş yaveş dağdan aşarak
Milas’a giderdik. Eskiden şimdiki gibi yol yoktu. Buradan, doğru tepeye, tepeden aşağıya
inerdik. Buradan patika yoldan gider, Gümüşkesen anıtının yanına, Yahudi
Mezarlığının olduğu yere varırdık. Ordan da şehre inerdik. Bu yoldan gelir
giderken karşımıza kaplan, sırtlan çıkar diye çok korkardık…
Bizim Milas’a ulaşmamız hep bu şekilde olurdu. Ovadan bir yere gitmemiz
mümkün değil. Ova batak… Hayvanla-mayvanla gitmenin imkânı yok. Bizim
çevremizdeki köyler de buradan gider gelirdi, Milas’a. Biraz süpürge sararlar, ellerine iki yoğurt
bakırı(kovası) alırlar, biraz yumurta; hadi yavrum doğru pazara. Bizim buranın
süpürgesi meşhurdu. Burası eskiden bütün ‘kovalık’tı. Yani çorak arazi. Sürülüp
ekilmeyen arazi demek; kovalık… Burada yetişen bir tür tohumlu bitki vardı.
Bundan güzel süpürge olurdu. Buna darı süpürgesi de denirdi. Geçimimiz buydu.
Yani süpürge yapıp-satmak. Bu süpürge işini buradaki bütün köyler yapardı;
Savran, Yaşyer, İçme, Damlıboğaz… Bu kovalıktan, her yerde vardı. Tuzlu suyun
yarattığı bir çoraklıktır bu. Buradaki sular hep yavandır. Süpürge, yumurta,
yoğurt, peynir; bunlarla idare olurduk, geçinirdik biz… Ben hiç süpürge örmedim
ama eşim çok yaptı. Eşimin adı Necibe... Onun öleli çok oldu; 13 sene. O
yapardı süpürgeyi, ben satar gelirdim.
MİLAS PAZARI
Milas Pazarı, eskiden şu anda Arastapark denilen yerdeydi. Eskiden oraya
haliçi, balıkhane, kasaphane denirdi. Kasaphanesi de ordaydı, balıkhanesi de
ordaydı. Sebze-meyve de oradaydı. Hepsi ordaydı. Helva imalatçısı Alifer
Helvacıoğlu’nun karşısındadır bu yer. Pazar eskiden orada kurulurdu. Milas
eskiden çok küçük bir yerdi. O pazar idare ediyordu. 1950-1960 yıllarıydı o
zaman. Şimdiki Salı Pazarının yeri,
eskiden çalılık bir yerdi. Karasuluk derlerdi oraya. Oralara tütün dikilirdi.
Köylü pazara, çeşitli yemeklik otlar, yumurta, yoğurt getirirdi. Yoğurtlar,
çömleklerin içine çalınır(mayalanır), öyle götürülürdü pazara. Otlar 10 guruş o
zaman.
ÖNCE DARI EKTİK, SONRA PAMUK
Daha önceleri bu ova hep akdarıydı. Bizim burada ilk ziraatımız,
akdarıydı. Sonra pamuk oldu. Pamuk işine 1950’den sonra başladık. Pamuk ekimine
Menderes hükümetteyken başladık. O zaman Söke ovası bile pamuktu hep. Pamuk,
darıya göre para etti. Ondan biraz yüzümüz güldü. O zaman burada evler hep
toprak evdi. Yani damları, çatıları/tavanları gereng toprak dediğimiz toprakla
örtülmüştü. Bu toprak beyaz renkliydi ve su geçirmezdi. Eskiden, kiremit yoktu
zaten. Derman için bir tane kiremitli
ev yoktu. Pamuklardan para kazanmaya başlayınca, daha sonraları, kiremitli
evler yapılmaya başlanıldı. Ben pamuğunan adam oldum mesela. Çok çalışırdım.
Çalışmamın sonucunda 95 dönüm tarla aldım. Anadan babadan hiç bir şey yok
zaten. Ben gupguru yere çubuk diktim;
benim hiçbir şeyim yoktu. Gündeliğe giderdim. Önce darı tarlalarında, sonra
pamukta çalıştım. Böle böle biriktirdim ve malın-mülkün sahibi oldum. Hacıya
gittim. Hacıdan gelesi, bu tarlaları çocuklarımın arasında pay ettim.
MİLAS SOKAKLARININ AYDINLATILMASI
Eskiden Milas sokakları, sokak lambalarıyla aydınlatılırdı. Her sokakta
tirsek başlarında(köşe başlarında) direkler vardı ve her direkte de bir gaz
lambası vardı. Bu lambalar, akşam karanlık bastı mı yakılır, sabaha karşı
söndürülürdü. Bu lambalar, sokağı belli belirsiz aydınlatırdı. Böle
elentrik-melentirik mi var o zamanlar. İşte sokaklar, bu gaz lambalarıyla
aydınlatılırdı. O zaman belediye başkanı Aktarların Nazmi’ydi. (YN: Nazmi
Akdeniz) Daha evveli Şevket Bey vardı.(YN: Şevket Gökbel) Şevket Bey, Mısır’da
valiymiş. Mısır Valiliği yapmış. Orayı İngilizler alınca, o buraya gelmiş.
Memet Beyin kızını aldı. Memet Bey, bu çiftliğin, ovanın sahibiydi. Onun iki
kızı vardı. Birisini Murat Bey aldı, diğerini de Şevket Bey… Murat Beyin hanımının
adı Behiye, Şevket Beyin hanımının adı Zeliha’ydı. Eskiden Belediye binası,
şimdiki binanın yerindeydi. Belen Camisinin yanındaki bina. Onun yanında tahıl
pazarı, zahire pazarı vardı. Orda biz darılarımızı satardık.
MİLAS YAHUDİLERİ
Yahudileri iyi tanırım. Hiç bilmemin ben Yahudileri. Hep onlarla
alışveriş yapardık. Onların çoğu manifaturacıydı, kuyumcuydu… Mesela
manifaturacı Jack’ı çok iyi tanırdım.(Yazarın Notu: Jack R. Levi) Jack, çok
iyiydi. Paran var mı yok mu demezdi. Ne istersek verirdi. Sonra gider borcumuzu
öderdik. Hep veresiye alırdık. Ürün satımında borcumuzu öderdik. Bizden
senet-menet almazdı hiç… Yahudilerin çoğu böyleydi. Bizim Türk esnaflar çok
sertti, veresiye mal vermezlerdi. Bizden senet almak isterlerdi. Biz de senet
vermeye yanaşmazdık. Bizim için borç namustu. Kimse borcunu ödememezlik
yapmazdı. Soy ismi İsrail olanlar vardı
tanıdıklarımdan. Bir Davi vardı. O da altın satardı. Yahudiler, ucuz mal
verirdi. Bizim Türklerden, nereye ucuz bi şey alabiliyorsun? Bizim Türklerin
eline geçtin mi, yandın. Bizim Türk esnaflarının fiyatları, onlara göre
yüksekti. Türk esnaflar, güvendikleri insanlara veresiye mal verirlerdi. Ama
bizim gibi çıkıntılara(garibanlara) hayatta veresiye bir şey vermezlerdi.
Haftadan haftaya Milas’a gittik mi, Yahudilerin yanına uğrardık. Onlarla
konuşur, alacağımız bir şey varsa onlardan alırdık. İhtiyaçlarımızı
karşılardık.
Bizim
zamanımızda, Milas’ta sadece Ziraat Bankası vardı. Paramızı bankaya yatırmaz,
gider güvendiğimiz tüccara yatırırdık. Bankaya güvenmezdik. Paramızı onlara
emanet bırakırdık. Çaldırız-maldırız diye yanımızda para taşımaz; bunu
güvendiğimiz tüccara emanet bırakır, lazım olduğu zaman onlardan az az alırdık.
Bu konuda hiç bi sorun yaşamadık.
Bir keresinde ben, traktör alacak oldum. Gazlı ferguson bir traktör.
Yatağan’da ikinci el bir traktör varmış satılık. Ben, parayı emanet bıraktığım
Jack’ın yanına gittim, paramı istedim. Jack, “napyong parayı?” dedi. “Motor
alcem” dedim, ben. “Nerde o motor?” dedi. “Yatağan’da…” dedim ben. “Bene bak! Ben senin pareni hemen
veririm. Ama bu motor ekmeğini yemiş, sakın alma. Motor alceseng, ben sene
yardımcı olurum” dedi. Ben onu dinlemedim. Aldım ondan parayı. Gittim, aldım
geldim traktörü. Üleee, motoru aldığıma bi pişmanla oluvedim. İşe mi yaradı la…
Çocukla, gider süre gelir, motor bozulu. Tamir ettirirsin, gene bozulu. Motor
bi türlü düzen tutmeyo. Elimden çıkarınceye gadar, nele çektim bi bilsen.
Yahudiyi dinlemediğime çok pişman oldum. Valla, berbat oldum, berbat… O zaman
köyde, ilk traktörü ben almıştım. 1950’den sonra.
Yahudiler, akşam oldu mu, gün aştı mı ölülerini öyle gömerlerdi. Onların
adeti buymuş. Daha sonra Yahudilerin mezar taşlarını sökerek ev yapmışlar,
bahçe duvarlarında kullanmışlar. Yahudi Mezarlığı eskiden çok genişti. Goca
meydanlıktı mezarlık.
1949’DAN 1958’E KADAR MUHTARLIK YAPTIM
Ben 1949 yılından 1958’e kadar köyde muhtarlık yaptım. O zaman köyün
nüfusu 150 kişiydi. Bene köylüler bu Halk Partili diye Adnan Akarca’ya şikâyet
ettiler. Adnan Akarca, DP İlçe başkanı o zaman. Adnan Akarca beni çağırdı, “Sen
Halk Partili misin?” diye sordu. Benim partiyle-martiyle işim yok dedim. Adnan
Akarca, “ama öyle diyorlar” dedi. Desinler dedim ben. İsteyen istediğini söyler
dedim. Ben daha sonra onun dükkânının önünden geçerken, “Halk Partiliii gel bakalım
buraya” diye bana seslenirdi. Adnan Bey daha sonra arı sokması sonucu öldü. Ama
özümde Halk Partiliyim. Öyle diyemiyorum, çünkü baskı yapıyorlar. O zaman Vatan
Cephesi filan var. DP’liler, çok baskı yapıyordu o zaman halk partililere. Daha sonra halk partili diye beni kaymakama
şikayet ettiler. Elimden mührü aldılar. Mührü birinci azaya teslim ettiler.
Halk Partililerin işi görülmezdi o zamanlar. Öyle kötü bir dönemdi o
zaman. Eskiden parti mücadelesinde kavga
döğüş olurdu. Kavga döğüş kıyamet gibiydi. Buna sebep olan Demokrat
Partililerdi. DP’liler, Halk Partilileri hiç sevmezdi. Sanki karşılarında Yunan
cavırı varmış gibi davranırlardı.
BİZİM KÖYÜN ADI ESKİDEN SEPETÇİ’YDİ
Bizim köyün eskiden ismi
Sepetçi’ydi. Sepet işiyle Çingeneler uğraşırdı. Bizim köyün yakınındaymış
bunlar. Köyün ismi onlardan dolayı Sepetçi olmuş. Ben askerdeyken, sen
nerelisin diye sorduklarında, ben Sepetçi’den deyince, sen Çingene misin
derlerlerdi bana. Gittiğimiz yerlerde, köyün isminden dolayı, bize, siz Çingene
misiniz diye sorarlardı. Ben köyün ismini İçme olarak değiştirttim. İçme ismi
hoşuma gitmişti. Aslında köyümüzde pınar yani su kaynağı çoktu. Sonradan neden
köyün ismini Pınar koymadım diye çok düşündüm. Bundan biraz da pişmanlık duydum
sonraları.
Hakkımda şikâyetler çoğalınca, istifa etmek için Kaymakamın karşısına
çıktım. Ben Kaymakama, “İstifa edeceğim” dedim. Kaymakam bana, “Sen Halk
Partili misin?” diye sordu. Benim Halk Partiyle işim yok dedim. Sen benim
istifayı kabul ettin mi dedim. Ettim dedi. Ben de böylece muhtarlığı bıraktım.
İsmini hatırlamıyorum. Aydın’da öldü o. Adı hoş bişeydi Aklımda kalmadı. (YN:
Sözü edilen Kaymakam Mustafa Uygur olabilir)
ARNAVUT DOKTOR SEZAİ NAFİZ ÇOMO’YU TANIRIM
Burada bir Memet eniştem vardı, hasta oldu. Bana, “Sezai doktoru bana
getirin” dedi. Eniştemin bir beygiri vardı, al bu atı, bana hemen Sezai doktoru
getir dedi. Bindim beygire, Sodra’nın üstünden, Gümüşkesen anıtının yanından
Milas’a vardım. Sezai doktorun yazıhanesine gittim. Şimdiki Kızılay’ın olduğu
yerlerde, Sezayi doktorun bir muayenehanesi vardı. Doktora durumu anlattım.
“Doktor Bey, benim enişte var hasta, sen bunu muayene et ge” dedim. Beygiri
aldı, bindi, köye gitti. O gelesiye gada, ben bekledim oralarda. Köye gitti
geldi, Sezayi doktor. Köyde bi hasta daha varmış. Onu da muayyene etmiş. Onun
adı da Memet, onun adı da Memet; İkisinin de adı Memet, senin anleceng. Bana
dönerek, “Beriki Memet iyi ya, öbürkü Memet ölcek” dedi. Beriki Memet dediği,
benim eniştem. Nitekim benim eniştem iyileşti, öbürkü Memet bir süre sonra
öldü. Çok iyi doktordu. O zaman bir
Servet (Akgün) doktor da vardı. Başka doktor yoktu. Benim eniştemi muayyene
ettiğinde gençti daha Sezayi doktor. 50 yaşlarında filan vardı belki. Bu köyde
herkese o bakardı. Doktorun, eniştemi
muayyene ettiği yıl, 1958-1960 olması lazım.
Doktor Sezayi, aynı zamanda siyasetle de uğraşıyordu. Halk Partisi ilçe
başkanıydı. DP’liler seçimi kazandıkları zaman, dairesinin(muayenehanesinin)
yanında davul-zurna çaldırırlardı. “Damba da damba, damba da damba” Davul çalanlar,
orada olanlar; körkütük sarhoş. Demokrat Partililer oraya gelenlere su gibi
içki içirirlerdi. Sezayi doktorun muayenesinin önünde toplanan kalabalık,
“Kahrolsun Halk Parti, Yaşasın Demokrat parti” diye bağırırlardı. Herkes
zil-zurna sarhoş. Seçimlerde onu çok rezil ettiler, çoookkk!.. Halk Parti seçim
kazanamazdı ama her seçimde onun yazıhanesinin önünde bunlar yapılırdı.
DP’liler, halk partili diye adamı çok rezil ettiler. Ama o, onlardan hiçbir
zaman korkmazdı. Sezayi Doktor bazen onları sopayla kovalardı. Hiç korkmazdı.
Kapısının önünde davul çalanlar hastalandığı zaman ona giderlerdi. O, onların
kendisine yaptıklarına rağmen gene onları muayyene etmekten de geri kalmazdı.
Doktorluğunu herkes için uygulardı. Daha sonra hasta olarak yanına gelenlere,
“oğlum bunlar sizleri kandırıyor, inanmayın bunlara, peşlerinden gitmeyin
bunların” derdi. Sezayi doktor doğru bildiğinden hiç şaşmazdı. Dobracı bir
insandı. Her seçimde, kaybedeceğini bilse bile seçimi kazanacakmış gibi
koşturur, çalışırdı…
İNÖNÜ MİLAS’A GELDİ
Hacı İlyas meydanında bir toplantı yaptık. O zaman İsmet İnönü gelmişti.
Partililer İnönü’yü omuzlarına aldı, meydanda dolaştırdılar. O zaman Mualla
Akarca, Halk Partiden milletvekili oldu. Meydan doluydu. DP’liler kenarda bizi
seyrediyorlar. Kös kös bakıyorlar meydandakilere. Tabi o zaman iki rakip parti
var; biri DP, diğeri Halk Parti.
HACI İLYAS MAHALLESİ ESKİDEN KABİRLİKTİ
Hacı İlyas Mahallesinde eskiden kabirlikti(mezarlıktı). Ben ordan,
Yusufça köyüne su değirmenine tahıl götürürdüm. Yol, mezarlığın yanından
geçerdi. Ben de ordan eşekle değirmene gider gelirdim. O zaman Yusufça köyünde 3 dene su değirmeni
vardı. Biz oraya senelerce gittik geldik. Değirmene giderken, Yahudi Mezarlığın
yanından, Milas’ın içinden o mezarlığın kıyısından geçerdim. Bu mezarlıkta çok
sayıda minmeç(menengeç) ağacı vardı. Orda çok yaşlı, gövdesi kalın minmeçler
vardı. Hacı İlyas Meydanı çok genişti o zaman. Tet-tük evler vardı. Evlerin
arası çok seyrekti. Şimdi oralar hep bina oldu.
ALMANLAR SODRA’DAN MADEN ÇIKARDILAR
Almanlar geldi buraya ve Sodra’dan demir madeni çıkardılar. En tepede.
Uzun süre çalıştılar burada. Buradan çıkan madeni gemilerle Güllük’ten başka
yere götürürlerdi. Nereye götürürlerdi, bilmen. Almanlar harbe girince, buradan
ayrıldılar. O demir madeni çıkarılan ocaklar ölece kaldı.
İstanköylüler buralarda kireç ocakları çalıştırdı. Bizim insanlar
bilmezdi böyle şeyleri. Nüfus değişimiyle gelen Giritliler, İstanköylüler
buralarda çok sayıda kireç ocağını işlettiler.
BU DAĞDA KAPLANLAR YAŞARDI
Sodra dağı eskiden de böyleydi. Yani çok ağaçlık değildi. Burada bir
kaplan yaşardı. Köyün yanına kadar sokulur, böğürürdü. Güpe gündüz gelirdi.
Yanına kim yanaşabilyo, korkudan… İnekleri-danaları biz eskiden dağa salardık.
Onlar orada otlanırdı. Zaman zaman hayvan sayımız eksilirdi. Biz bunları,
kaplanın yediğini düşünürdük. Kaplan bizim çok malımızı yedi. Kaplanı öldürmeye
de cesaret edemezdik, korkardık ondan. Canavarlar(kurtlar) vardı. Onlar
ailesiyle, sürüyle gezerdi. Bunlar bizim kaç tane hayvanımızı yedi. Sırtlanlar vardı. Onlar da tavukları yerdi.
Eskiden buraları çok güvenli, tekin yerler değildi.
ESKİDEN İNSANLAR DAHA SAYGILIYDI
Eskiden insanlar birbirlerine karşı daha saygılı, daha samimiydiler.
Şimdi öyle mi ya? Şimdi barbarlık var, şimdi insanlar birbirini çekemiyor.
Kıskançlık var. Eskiden kimsenin, kimsenin malında-mülkünde gözü olmazdı. Şimdi
öyle mi, ya? Eskiden misafir severlik vardı. Adam seni evine çağırır, kahve
pişirir, ikram ederdi. Şimdi nerdeeee! Eskiden saygı sevgi daha çoktu. Şimdi nerdeee,
bunlardan eser yok şimdi. Şimdi herkes ben diyor, başka bir şey bilmiyor.
Yakınlık yok şimdi. Düğünler eskiden bir hafta sürerdi. Salı başlardı.
OKUMAYI ASKERDE ÖĞRENDİM
Bizim köyde okul yoktu. Çocukların hiçbiri okula gitmedi o zaman. Bizler
askerde öğrendik okuma-yazmayı. Buralarda hiç okul yoktu. Bi Milas’ta vardı
okul. Kudreti olanlar Milas’ta okutuyordu çocuğunu. O da, tek-tük. Okul
60’larda yapıldı. Kerestelerini dağdan at ve eşeklerle çektik buraya. Okul
yapımında kullanıldı bunlar.
Eskiden burada her taraf tatlı suydu. Su, şeker gibi… Su sonradan
yavanlandı, bozuldu. Toprak tuzlanınca, ekilenlerin verimi düştü.
BEN GİRİTLİLERİN YANINDA ÇALIŞTIM
Giritliler,
Yunanlılar(Rumlar) buradan gidince onların yerine geldiler. Onlar sürgün geldi
buraya. Ben o zaman fakir bir insandım. Ben onlardan birisinin yanında bir sene
bedel durdum. Onun bahçesi vardı, bahçesinde çalışırdım. Bir sene, 100 liraya
hizmat ettim. Yanında çalıştığım Giritlinin ismi Ahmet’ti. Devlet onlara o zaman, Girit’teki mallarına karşılık
olarak buradan ev ve arazi verdi. Giritli Arif vardı. Onun eniştesiydi bu
Ahmet. Orada bahçesi olana buradan bahçe, dükkânı olana buradan dükkân
verdiler.
BATAKLIĞI BEN KURUTTUM
Burada eskiden bir bataklık vardı. Sivrisinek yatağıydı orası. Burada
sinekten geçilmezdi. Sıtma çok olurdu burada. Bir gün köye bir doktor geldi. Bu
bataklığı kurutsana muhtar dedi bana. “Ben nası gurutcem onu doktur bey”,
dedim. Ben sana bir fidan ismi yazarım gider onu alır, dikersin. Ağaçlar
büyüdükçe, o bataklık kurur dedi. Bu dikeceğin fidanlar büyümek için günde 7
kilo su çeker dedi. Bana o fidanın ismini yazvedi, gittim belediyeye, aldım
geldim o fidandan. Buna sulfotu ağacı diyorlar. Aldım geldim o fidanlardan
çokca, imeceyle köylüye diktirdim. Bu ağaçlar sonra kocaman ağaçlar haline
geldi. Bataklık kurudu bu sayede. Bi vakit sona, muhtarın biri bunları iyi
paraya sattı. Bir süre sonra ağaçların kökünde kalan palandızla(filizler) büyüdüler, gene goca ağaç oldular. Onlar da
daha sonra iyi parayla satıldı. Köy sandığına gelir oldu.
BU OVADA BALIK, ÖRDEK ÇOKTU
Bizim ovada su çoktu. Sazlık, bataklık çoktu. Bu ovada balık, ördek, her
çeşit kuş çoktu. Bir kuş cennetiydi burası.
Meke dolu çayda. Sürüyle uçarlardı. Bi uçtular mı, “Hurrrrr….” Sürüyle
uçarlardı. Bu ovanın üzeri, kuş sürüsünden geçilmezdi. Zaman geçtikçe bunlar
azaldı. Bazıları başka yerlere göç etti. Ördeğin küçüğüne civil denirdi. Civil
ördekler de uçtu mu, “Hürrrr…” diye ses çıkarırlardı. Kanat çırpışlarından bu
şekil bir ses çıkardı.
(Not: Kazım bencik şimdi hayatta değil.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder