Röportaj: Nevzat Çağlar Tüfekçi
1921 yılında Milas’ta doğdum. 88 yaşındayım. İlk ve orta tahsilimi
Milas’ta yaptım. İstanbul’da 6 sene okudum. Taksim Kolejinde okudum. İsmi daha
sonra Şişli Terakki oldu. Haydarpaşa Lisesi ve Hayriye Lisesinde okudum. O
zamanlar imtihanlar zordu. Çok lise değiştirdim. Doktor olma niyetim vardı.
İstanbul Üniversitesi Tıpta okuyan arkadaşlarım vardı. Biri, daha sonra
başbakan olan Sadi Irmak’ın oğluydu. Arkadaşımdı. O götürmüştü beni okula. Orada kadavraları gördüm. O kadavraları
görünce nefret ettim ve Tıp okumaktan vazgeçtim. Başka okula da gitmedim. 1941
yılında Milas’a döndüm.
1946’DA DEMOKRAT PARTİ MİLAS İLÇE ÖRGÜTÜNÜN KURUCUSUYUM
Bir gün Milas’ta kahvede otururken, Cemil(Menteşe) Bey geldi. Adnan
Menderes, Celal Bayar; Demokrat Partiyi kurmuşlar. Yıl 1946. Cemil Bey,
Milas’ta, Demokrat Partiyi kuracak. Beni yönetime almak istiyor. Ben, babama
sorayım dedim. Biz söyleriz babana dedi. Babamım ismi Ahmet’ti. Babam celeplik
yapardı, tütün işi yapardı. Milas’ın varlıklı insanlarından birisiydi. Adnan
Akarca’nın çiftliği de bize aitti. Babam sattı onlara. Çaputçu Hanındaki
lokanta, yanındaki fırın, Zeybeklerin Cumhuriyet Caddesindeki yerleri
babamındı.
Partiyi kurduk. DP ilçe örgütünün kurucuları arasında, Yahudi Hacı Jack,
Dr. Servet Akgün, Celal Togay, Helvacı Hafız (Özçelik), Emekli Yüzbaşı, tuğlacı
İsmet Akıncı, Sofulu Refik (Karaçayır) vardı. Çok partili döneme geçildiği
1946’daki ilk genel seçimde biz Muğla’dan 5 milletvekili çıkardık. O seçimde Türkiye’de; Muğla, Mersin, Afyon,
Çanakkale, Samsun, Kayseri ve ismini hatırlayamadığım bazı illerden 56
milletvekili çıkardık. Avukat Asım Gürsoy da Milas’tan aday. Asım Gürsoy, Refik
Şevket İnce, Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu gibi isimler partiyle uyum
sağlayamadılar. Bunlar, partiden ihraç edildiler. Hatta Adnan Menderes,
bunlara; “kirli çamaşırlarınızı da alın gidin” dedi.
O zaman partiler, şimdiki gibi hazineden yardım almıyorlardı. Partiler
bağışlarla, adayların bağışladığı paralarla seçim çalışmalarını yürütüyorlardı.
TURAN KARCA’YI, ADNAN AKARCA’YI PARTİYE BEN GETİRDİM
1946’da Turan Akarca, Adnan Akarca partide yoktu. Onları partiye ben
getirdim. Turan’ı(Akarca) 1948’de, Adnan’ı(Akarca) 1957’de ben getirdim. İl Genel
Meclisi üyesiydim. 1960’da hapse girdim. Hapisten çıktıktan sonra
Mualla’yı(Akarca) partiye(AP) getirdim. 1961 senesinde. 1963 seçimlerinde onu
Senatör yaptım.
(Hatta bunun hikâyesini de ben size anlatayım. 1963’de senato seçimi
olacak. Ben Aşkidil Akarca’nın yanına gittim. O zaman öğretim üyesi, profesör.
Postanenin yanındaki evde oturuyorlar. Hacı Ali Ağa konağında. Yanında Mualla
Hanım da var. Ben Aşkidil hanıma, “Abla ben sana bir şey söyleyeceğim…” dedi.
Söyle dedi. Biz seni, senatör adayı yapmak istiyoruz dedim. “Aman ha, beni bu
işe karıştırmayın. Ben siyasetten hoşlanmıyorum. Ben halimden memnunum, ben
üniversitede çalışmaya devam edeceğim” dedi. O zaman Mualla Hanım atıldı, “Ben
olurum, ben olurum…” dedi. O zaman ben, ama partizanlık yok, elinizi
vicdanınıza koyarak görev yapın dedim. Tamam dedi. Mualla Hanımı da böyle aday
yaptık. O zaman Muğla’dan iki senatör çıkıyordu; biri Haldun Menteşeoğlu oldu,
diğeri de Mualla Akarca oldu.) Adnan da milletvekili oldu. Üçünü de(Turan
Akarca-Adnan Akarca-Mualla Akarca) milletvekili yapan benim. Milletvekili olmam
konusunda bana çok söylediler. Faruk Sükan, Talat Asal, Yüksel Menderes hepsi
söyledi, aday olmam için. Ben bu üçüyle parti ocakları açtım. Türkiye’nin her
yerini dolaştım. Ben iyi bir hatiptim. Gittiğimiz yerlerde konuşmalar yapardım.
Rauf Onursal, Sıtkı Yırcalı, Nazilli’de Şevki Hasırcı, Konya’da Necati
Kalaycıoğlu, Antalya’da İhsan Ataöv, Bahri Dağdaş, Namık Menderes, Aydın
Menderes; hep bunlarla beraber çalıştım. Hatta onlar beni Mersin’den aday
yapalım dediler. Ben kabul etmedim.
DR. SEZAİ, DR. SERVET VE DR. HİLMİ
Dr. Sezai, Dr. Servet ve Dr. Hilmi, üçü Arnavutluk’tan gelme. Macar
Evlerinden ikisi Dr. Servet ile Dr. Hilmi’nindi. Pehlivanoğlu Marketin yanında
yurt olarak kullanılan binayı Toksarılar yaptırdı. Ortada, şimdi Halil
Gümüşel’in oturduğu binayı Dr. Servet, onun yanındakini de Dr. Hilmi yaptırdı.
Dr. Servet DP’liydi. Dr. Sezai Halk Partiliydi. Bu binaları Macar Ustaları
yaptığı için bu evlerin adı “Macar Evleri” olarak kaldı. Dr. Servet belediye
doktorluğu yaptı. Ben daha sonra belediye meclisi üyesi oldum.
Yıl 1956. Hasan Nalbantoğlu, belediye başkanı. Tabakhanede o zaman Koca
Amat isimli bir fırıncı vardı. Birisi bana, bu fırıncının hamuru ayaklarıyla
çiğnediğini söyledi. O kişi, tövbeler tövbesi olsun ben bi daha ordan ekmek
almam dedi. Ben de bunu Dr. Servet’e anlattım. Sr. Servet, “Hahhh!..” dedi,
Hazırlan, sabaha yakın orayı basalım dedi. Ben o zamanlar 35 yaşında, o 70
yaşında. Sabaha yakın saat 4’de evin
önünde hazır ol, ben gelip seni alacağım, yoksa seni döverim bak çocuk haaa!
dedi hafif sert ve babacan bir tavırla. Şu anda Cumhuriyet Caddesinde
Zeybeklerin mağazasının olduğu yerde bizim ev o zaman. Ben 4’den evvel kapının
önüne indim. Dr. Servet geldi. Yanımızda Müfettiş Memet Efendi de var. Biz, Müfettiş
lakaplı Zabıta Amiri Mehmet Efendiyle birlikte üç kişi, sabah erkenden fırına
gittik. Bir delikten onu gözetledik. Adam daha teknenin üstüne çıkmamış. Durun
acele etmeyin, 5-10 dakika daha şurda singlenelim(saklanalım-gizlenelim) dedim.
Baktık, adam ayakkabılarını çıkardı, hamur teknesinin üstüne çıktı, şak-şuk,
şak-şuk diye hamuru çiğnemeye başladı. Çiğnerken, su sıçrıyor etrafa. Adam
ayaklarıyla hamuru çiğnemeye başladı. Dr. Servet, hışımla içeri girdi, seni
gidi pezevenk seni, sen halkın sağlığı ile nasıl oynarsın?” diyerek adama iki
dene çaktı(tokat vurdu). Dr. Servet, iriyarı, cüsseli bir adamdı. Adam neye
uğradığını şaşırdı. “Doktorum ne yapıyorsun sen, başına iş mi açacaksın?”
diyerek doktoru sakinleştirmeye çalıştım. Adam ağlamaya başladı. Fırını
kapattık. Dr. Servet, Dr. Sezai vatanperver insanlardı. Sezai fakir-fukaranın
parasına tamah etmeden, hastalarına gider gelirdi. Ama bazen de hataları
olmuştur. Milliyetçiydi. Milas’ta, Halk Partisini ayakta tutan oydu. Osmanlının
dağılma zamanı olan 1910’larda bunlar, Arnavutluk Kralı Ahmet Zogo’ya
başkaldırmışlar, Enver Hocayla birlikte. Bunlar(Sezai-Servet-Hilmi)
asılacaklarını hissedince, gece sandala binip denize açılmışlar. Yunanistan’a
geçiyorlar. Oradan da Türkiye’ye geliyorlar. Buraya geliş nedenleri, burada
Arnavut’un çok olmasıydı. Buraya geldiklerinde 22-23 yaşlarında olabilirler.
Sezai ölünceye kadar burada yaşadı. Sabah kahvaltısında karpuz suyuyla çökelek
yerdi. Yekta ve Berrin diye iki kızı vardı. Ben onlarla birlikte okudum. Onlar
burada doğdu, ilk ve ortaokulu burada okudular. Yüksek tahsili Ankara’da
yaptılar. Ankara’da evlendiler.
MİLAS KIZILAY’IN BAŞKANLIĞINI YAPTIM
1956’da Kızılay başkanı oldum. Daha önce Yahudi Doktor Eyüp Amato’ydu
başkan. 1957 yılında kışlık Yeni Sinemada kongremiz var. Kongrede çok büyük
kalabalık vardı. Ben o yıllarda Türkiye çapında, Kırkpınar şeklinde güreş
yaptırdım burada, Günlüklerin zeytinyağı fabrikasının arkasında. Orası o zaman
meydanlıktı. Spor sahası olarak kullanılıyordu. Bu güreş Kızılay yararına
olmuştu. Ondan sonra konser düzenledim. Bu şekilde Kızılay’a büyük gelirler
sağladım. Genel merkeze 107 bin lira para gönderdim. 1960’a kadar belediyenin
tespit ettiği 60 fakire, Kızılay olarak biz yardım ettik. Yeni Sinemadaki
Kızılay’ın kongresine, Dr. Sezai’yi de davet etmiştim. Kongrede, 400 üyenin
çoğunluğu bulunuyordu. Ben faaliyet raporunu okuduktan sonra Dr. Sezai ayağa
kalkarak, söz istedi. Dr. Sezai üyelere dönerek, “Sayın üyeler, izniniz olursa,
sahneye çıkacağım ve sizlere bir-iki şey söyleyeceğim” dedi. Ben kendisine söz
verdim. Sezai Doktor, sahneye çıkarak, “Sayın üyeler, burada şu kadar doktor,
şu kadar eczacı var. Ben de dahil olmak üzere, Ali Sağıroğlu bizlere taş
çıkarttı. Kızılay’ın 103 bin lira parası var. Kızılay o kadar fakir-fukaraya
yardım etmesine rağmen kasasında o kadar para olması çok önemli. Ben dahil hiç
kimse Kızılay’a bu kadar katkıda bulunamadık, enerjimizi ortaya koyamadık. Ali Sağıroğlu,
Kızılay’a çok şey kazandırmıştır. Faaliyetleriyle, enerjisiyle biz doktor ve
eczacıları utandırmıştır. Huzurlarınızda alnından öpmek istiyorum” dedi ve
sahnede geldi, alnımdan öptü. Böyle olgun birisiydi. Hâlbuki ben Demokrat
Partili, o koyu bir Halk Partiliydi. Ben o zaman hem il genel meclisi üyesiyim,
hem de belediye meclisi üyesiyim. O zaman iki tarafta birden görev almak mümkün
oluyordu. Ben o zaman partinin ikinci başkanıydım. İlçe başkanı Celal
Kulalı’ydı. Ondan önce Avukat Hikmet Bilgin’di. Ondan önce Cemil Bey
vardı. Ben 15 sene Milas belediyesinde
Meclis üyeliği yaptım.
LİSE BİNASININ YAPIMI
Lisenin olduğu yeri biz bağışladık. Bu yer 8 dönümdü. Annemin, abimin ve
benim hissem vardı orda. O zaman Mustafa Uygur Kaymakamdı. Yıl 1956. Kaymakam
bu yer bedava olmaz dedi. Nası olcek dedim ben. 1 liraya satış yapacaksın dedi.
Neden dedim. Yarın sen ölürsen, varislerin dava açarsa, davayı kazanırlar dedi.
Liseyi yaptırmak için kaymakam başkanlığında bir heyet kuruldu, köylerden para
toplanmaya başlanıldı. Mili Eğitim Bakanı Tevfik ileri, su basman seviyesine
çıkın, gerisini bize bırakın demiş.
Ben de şimdi Milas Anadolu Lisesi olarak kullanılan binanın yerini bir
liraya Milli Eğitime satış yaptım. 8 sene bu arsaya bir şey yapılmadı. Daha
sonra Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri geldi. O zaman Adalet Partisi iktidar.
Tevfik İleri burasının temelini atarken, benim bağış belgemi şişenin içine
koydu, temelin içine attı. Benim bağış belgem lisenin temelinin altındadır
şimdi. Ondan sonra bina yapılmadı. Durdu gene. O zaman Hasan Basa, Muğla
valisiydi. Adnan Akarca’yla beraber gittik. Adnan Bey, “Vali Bey, lise binası
yapılmayacaksa, Ali Bey yeri geri istiyor” dedi. Vali, “Veremeyiz Ednan Bey, çünkü bu yerin
satışı yapılmış. Ayrıca bütün ilçeler yapılacak, Milas en son” dedi. ‘A’ları ‘E’
olarak söylerdi vali. Adnan’a, Ednan; Haldun’a Heldun derdi.“Neden Vali Bey, cezamız
mı var?” dedim. “Hayır, Heldun(Menteşeoğlu) Beyin emri” dedi vali. Haldun Bey o
zaman bakan. Biz şaştık kaldık. O zaman Haldun Menteşeoğlu ile Adnan Akarca
arasında parti içinde bir kutuplaşma var. Bu kutuplaşma nedeniyle bizim lise
binası yapılmıyor, hep erteleniyor. Yapımı
geciktiriliyor. Lise binasının temeli 58’de atıldı, 66’da bitti.
YA VALİYİ
ALDIRACAKSINIZ YA DA MİLAS’I MUĞLADAN AYIRACAKSINIZ
Valinin yanından çıktıktan sonra, “Adnan Bey, parti içinde senin gücünü
kırmak için yapılan bir şey bu, seni partiden silmek istiyorlar” dedim. “Hadi
yavv!” dedi. “Ne yapmamız lazım”, dedi. “Ya valiyi aldıracaksınız, ya da
Milas’ı Muğla’dan ayıracaksınız”, dedim. Demirel, o zaman Milas’a gelecekti.
Biz havaalanı isteriz, süt fabrikası isteriz, lise yapılmasını isteriz, Milas-Söke
Yolu yapılsın, vali görevden alınsın diye 40 tane pankart yazdık. İki gün sonra
da Demirel gelecek Milas’a. Bizim bu hazırlığımızı Demirel’e duyurmuşlar. Yıl
1966. Bir de “Türkiye’nin Mimarı Hoş geldin Milas’ımıza” diye de bir pankart
yazmıştık. Bu pankartı pehlivan Ahmet Kozak’ın eline verdim. Demirel, öfke ve kızgınlıkla, “İndirin o
pankartları, indirin onları…” dedi. ”Bunlar, anarşistlerin işleri” dedi. “Siz
bir memurun, bir valinin atanmasının, görevden alınmasının hukuki yollarının ne
olduğunu bilmiyor musunuz? Artık bundan sonra valiyi almam, o Muğla’da 5 sene
daha kalacak” dedi.
DP’DEN SONRA AP’NİN KURUCUSU OLDUM
Ben DP’den sonra AP’nin kurucusu oldum. 1960 ihtilalinde, hapisten
çıktıktan sonra, kendileri geldi, beni buldu.
20 gün hapis yatmıştım o zaman. Bu olaydan sonra Demirel bizi partiden
attı. Yönetimi feshetti. Milas yönetimi görevden alındı diye radyodan duyduk.
Görevden alınmamızın nedeni bu pankartlardı, bir de Haldun Menteşeoğlu’nun
etkisi vardı. Daha sonra Doğan Bilge ile birlikte dava açtık; “hukuksuz hukuk,
hukuk değildir”, burası çiftlik değildir diye… Parti, babasının çiftliği değil
Demirel’in… Ve biz davayı kazandık. Partiye, mahkeme
kararıyla tekrar kaydolduk.
Fakat AP’de daha fazla durmadık. Başımızdan geçen bu olaydan sonra AP’den
soğuduk. Daha sonra, Ferruh Bozbeyli’nin başkanlığındaki Demokratik Partiyi
kurduk Milas’ta. 1971’de bir süre ara
verdim siyasete. 1946’da Demokrat Partinin, 1962’de Adalet Partisinin, 1968’de
Demokratik Partinin ve 1990’da da Doğru Yol Partisinin kurucuları arasında yer
aldım. 2001’de tamamen siyaseti bıraktım.
THK’NUN YERİNİ VERDİK
Sümerbank’ın açılmasında, Lisenin yapılmasında, Belediye binasının
yapılmasında, parkın içindeki evlendirme salonunun yapılmasında(daha sonra
yıkıldı) büyük emeğim var. Şimdiki belediye binasının yapılması için çok
uğraştım. O zaman Hasan Nalbantoğlu belediye başkanı. Ben belediye encümen
üyesiyim. Belediyeden yer verildiği takdirde Hava Kurumu binası yapılacaktır
diye bir yazı geldi Ankara’dan. Belediye meclis üyelerinden 5-6 tanesi bedava
yer verilmez diye terk etti meclisi. Sonra 12 belediye meclisi üyesinin
kararıyla hava kurumuna yer tahsis ettik ve yapılmasını sağladık.
MİLAS SÜMERBANK’IN AÇILMASININ HİKAYESİ
Sümerbank binasının yapılmasının hikayesi de şu şekildedir. O Tarihlerde
Milas’ta Manifaturacıların kurduğu bir Birlik vardı. Bu Birlik, Nazilli’den,
Manisa’dan, Kayseri’den devletin ürettiği kumaşları satardı. Devlet bu tür
Birliklere kumaş tahsis ediyordu. Bu Birliğin kurucuları Şakirlerin Hafız, Ali
Uğurlu, Nazmi Sünnetçioğlu, Sadık Sünnetçioğlu, Hayıtoğlu gibi isimlerden
oluşuyordu. Toplam 9 kişiydi bunlar. Birlik’te sadece tahsisli mallar
satılıyordu. Fiyatı, devlet belirliyordu. Birlik binası, şimdi Osman Biçen’in
dükkanının olduğu yerdeydi. O bina da,
manifaturacı Ali Faik Değirmencioğlu ve Muzaffer Değirmencioğlu’na aitti.
Bir gün, Asın Yeniköy’den köylünün biri geldi. Köylü fakir. “Ali abi, belki
seni kırmazlar, onlarla bi konuşuver. 20 metre kaput(bezi) alacak oldum. 5 lira,
karaborsa diyorlar. Bu, fahiş(yüksek) fiyat. Halbuki bunu daha önce 45 kuruşa
satıyorlardı” dedi. Birliğe gittim. Abdullah Sünnetçioğlu, tezgahtar.
Kumaşları, tezgahın altına saklamışlar, karaborsa diye yüksek fiyata
satıyorlar. Ali Uğurlu ve diğer Birlik kurucuları da orada. Abdullah’ın yanına
gittim, bunun 45 kuruşa satılması gerekiyor, bu fiyattan verin dedim. Abdullah,
5 liradan aşağı inmiyorlar dedi. Ali Uğurlu’ya döndüm, “yavvv! bu fiyat yüksek,
adam fakir. Bunu normal fiyattan verin” dedim. Veremeyiz dedi Ali Uğurlu. Düşmediler
aşağıya… Onları eleştirdim. 30 kuruşa alıyorsunuz bunu 45 kuruşa satmanız
gerekiyor. Devletin size verdiği fiyat bu dedim. Bu kadar aşırı kar edemezsiniz,
yazık bu vatandaşa dedim. “İsteyen alır, istemeyen almaz, nereye gidersen git”
dedi Ali Uğurlu bana. “Hangi daş gatıysa, git gıçını oraya vur” dedi. Ama sonra
çok pişman olursun dedim. Haaa!, sen öyle mi diyorsun, görürsün sen dedim.
Çıktım oradan.
Samet Bey’i, 1946 seçimlerinde Muğla’da birlikte çalışmamızdan dolayı çok
iyi tanıyorum. Samet Bey bir ara Muğla’ya geldiğinde, Birlik, tahsisli malları,
devletin belirlediği fiyattan satmıyor dedim. Bu fiyat çok yüksek dedi. Bu
kumaşlar 45 kuruşa satılması lazım dedi. Ben bunu Samet Beyden duymuştum daha
önce.
Oradan çıktıktan sonra arkadaşlara haber verdim. Belediye Başkanı Hasan
Nalbantoğlu, Belediye Meclis üyesi Aziz Uğur, encümen üyesi Cemal Yüksel ve
encümen üyesi olarak ben Ankara’ya gittik. Yıl 1956. Önce Ticaret Bakanı Zeyyat
Mandalinci’ye gittik. Durumu ona anlattık. O, ben halledemem bunu, siz Samet
Bey’e gidin dedi. Samet Ağaoğlu, hem Sanayi Bakanı hem Başbakan Yardımcısı.
(1950 seçimlerinde, buradan o zaman Samet Ağaoğlu adaydı. Aynı zamanda
Manisa’dan da adaydı. DP’nin kuruluş tüzüğünde o zaman 20 kişilik kontenjan için
böyle bir uygulama vardı. Bu; aday oradan seçilemezse, öbür taraftan seçilsin
diye yapılan bir uygulamaydı. Samet Bey, hem Muğla’dan hem Manisa’dan seçildi.
O Manisa’yı tercih etti. Muğla’dan çekildi. Burada bir vekillik boşaldı. Mesela
Adnan Menderes, 1946’da hem Aydın’dan hem Kütahya’dan aday oldu. Kütahya’dan
seçildi. Celal Bayar, İstanbul ve Ankara’dan aday oldu o zaman. Celal Bayar,
her iki yerden kazandı. Daha sonra Muğla’dan boşalan Milletvekilliği için ara
seçim yapıldı. Bu seçimde, Kore Gazisi, emekli Yarbay Natuk Poyrazoğlu ile
Tansu Çiller’in babası Necati Çiller adaydı. Necati Çiller’i burada çok
gezdirdim. Genel merkez, Natuk Beyi tutuyordu. Seçimi Natuk Bey kazandı, o
milletvekili oldu. Necati Çiller, Muğla’da Akyol gazetesini çıkardı bir süre.)
1950 seçimlerinden sonra Ankara’ya gittik. Samet Bey Bakan olmuştu. O
konuyu önceden biliyordu zaten. Durumu anlattık. O, Sümerbank Genel Müdürü
Mehmet Beyi çağırdı. Milas’ta mağazamız yok, oraya hemen bir mağaza açalım
dedi. Biz bir yer gösterdik. Bu yer şu anda Zeybeklerin mağazasının olduğu
yerdi. Orası, abim Mehmet Sağıroğlu ile benimdi. Altı mağaza oldu. Üstü bizim
ev. Geldiler baktılar, bir ay içinde
Sümerbank mağazası açıldı. Sümerbank orada 10-15 sene durdu.
Ama bir şartım var dedim. Orada memurların dışındaki personelin
alınmasına ben karar vereceğim dedim. Mağaza müdürü, muhasebeci yukarıdan
geliyor zaten. Kabul ettiler benim isteğimi. Ben kendim Demokrat Partiliyim
ama, oraya ve diğer dairelere aldırdığım kişilerin çoğu Halk Partilidir. Süleyman
Keskin, Topbaşından Toz Efe, Selahattin Anlar; bunlar Sümerbank’ta çalıştı. Ben
hiç partizanlık yapmadım. Ama Adnan Akarca çok yaptı. Bunda Adnan Beyle aramız
açıldı, iki sene dargın durduk. Adnan Bey, bizden sizden ayrımı yapardı. Sümerbank
daha sonra, şimdi heykelin karşısında olan Pehlivanoğlu marketin olduğu yere
taşındı.
1956 DEPREMİ
Bu deprem çok şiddetliydi. Ben eski polis karakolunun orda
dineliyordum.(Hoca Bedrettin Mahallesi Muhtarı Vasfi Selçuk’un bakkal
dükkânının olduğu bina) Depremin şiddetiyle bina sallanmaya başladı. Biz hemen
yere oturduk. Emniyet Amiri Mehmet Tank, “Eyvah, ben daireye doğru koşuyorum”
dedi. Yanımdan ayrıldı. Ertesi günü Celal Bayar’la Adnan Menderes geldi buraya.
Ben onlara rehber oldum, hasarlı binaları dolaştırdım onları. Selahattin
Oğuz’un binası Milas’ın tek apartmanı o zaman. Şimdiki Akçakır Eczanesinin
bulunduğu bina. Bu bina da epey hasar görmüştü o zaman. Orası bir ara Tüccar
kulübü oldu. “Adnan Menderes’e binaya girme, yıkılabilir” dedim. Adnan Menderes
beni dinlemedi, girdi binaya. Bu bina takozla kurtulur dedim. Mühendis Necdet
Bey vardı yanımızda. Menderes, ona, olur mu dedi O da, olur efendim dedi.
Ormandan 4 metre
boyunda 40 metreküp
kalas alınarak bina takoza alındı ve öyle kurtarıldı. Yan tarafta binası olan
Müsüroğlu kızıyor buna, yıkılsın bina diyor. Bu bina Milas’ta ilk çok katlı
binadır. 4 kattır. Bina 55’de yapıldı. Hacı İlyas’ta Zülferlerin Aşa(Ayşe) teyzenin
evine götürdüm Menderes’i. O da hasar görmüştü. O depremde Milas’ta çok bina
hasar gördü. Sonra Ankara’dan bir heyet geldi. Hasarlı binaları; orta, ağır
hasarlı diye tespit etti. Ben Milas’ta
öyle bir zelzele görmedim bugüne kadar.
ŞİMDİKİ BELEDİYE BİNASININ YAPILMASI
Şimdiki Belediye binasının yerinde eski, ahşap bir bina vardı. Belen
Camisinin yanındaki bina. Sıvaları düşmüş, içinde durulmaz bir bina. Belediye
binası denilmez. Muhtar binası bile olmaz. Bu binayı yenilemek istiyoruz ama
bütçe kısıtlı. Ahşap, tek katlı, 5 odalı bir bina. Muhasebeci, Doktor, Fen Memuru, Başkatip ve bi
de Başkanın yeri. 3 ayak merdiveni vardı binanın. Merdivenden binaya
giriliyordu. Bina eski ve sıvaları dökülüyordu zaten. Biz biraz daha sıvalarını
düşürdük, bina ağır hasarlı olsun diye. Bu eski bina, 1956 depreminde Milas’taki
birçok bina gibi zarar görmüştü ama çok fazla değildi. 7010 sayılı kanununa
göre bir rapor tuttuk. Binayı ağır hasarlı kapsamına soktuk. Bu kanun, deprem
ve afet kanunuydu. Amacımız bu kanundan yararlanarak, devletten yardım alıp, bu
binayı yapmaktı. Kaymakam Mustafa Uygur bizim yapmak istediğimiz bu şeye pek
sıcak bakmadı. “Sen bunu yapıyorsun ama bizi asarlar” dedi Kaymakam. Yani o,
yardım almadan da bu binayı tamir ederiz diye düşünüyordu. Niye ascekle dedim
ben. “Biz hırsızlık mı yapıyoruz?” dedim. “Bizim bu iş için alacağımız para
boğazımızdan geçiyor mu, biz parayı cebe mi indireceğiz, biz bu eski binadan
kurtulup yeni bir bina yaparak, Milas’a hizmet vereceğiz. Ben lise binası için
8 dönümlük yerimi verdim. Bunu yapan insan hırsızlık yapar mı?” dedim. “Sen
korkma, hiçbir şey olmaz” dedim. Teklifimi mühendisler kabul etti. Bina ağır
hasarlı olarak rapora girdi. Bu bina 56’da başladı, 60’da bitti. Parkın
içindeki binada ağır hasarlı bina kapsamına alındı. O da deprem parasıyla
yapıldı.(Yıkılan düğün salonu)
ŞEHİR İÇME SUYU ŞEBEKESİNİN DÖŞENMESİ
Halk Partisi(belediye) içme suyunu Turunçluk’a (eski mezbahanın-Labranda
şişe suyu fabrikasının olduğu yere kadar) kadar getirdi. Nazmi Akdeniz’in
belediye başkanlığı döneminde. Para olmadığı için şehir şebekesi yapılamadı.
Herkes testisini, bidonunu, kovasını alıyor oraya su doldurmaya gidiyor. Halk
için büyük bir eziyet bu… Demokrat Parti de 1950’de yeni iktidara geliverdi. Seçimden
6 ay sonra, Samet Ağaoğlu’nun, Muğla’ya geleceğini duydum. Sanayi bakanı
kendisi. Yanıma Celal Togay’ı, Selahattin Alnar’ı alarak bindik bi cipe,
Muğla’ya gittik. Biz parti yönetimindeyiz o zaman. DP İlçe Başkanı Hikmet
Bilgin. Yaylada bir davete gitmiş, Samet Bey. 12’de oraya doğru vardık. “İleri
gitmeyelim, burada yolu kapatalım biz” dedim. Önünü kesmesek, görüşmemiz
imkansız. Biz cipi yolun içine koyduk. Yolu kapattık. Baktım, ilerden toz duman
içinde gelikgelile... Bizim arabanın yanına gelince durdular. En öndeki araba
onunmuş. Beni görünce hemen arabasından indi ve bana sarıldı; “Hayrola ne
yapıyorsunuz burada?” dedi. “Zatı Alinizi göresimiz geldi sayın bakanım” dedim.
“Sayın Bakanım bir maruzatımız var, bu saatte bu saygısızlığı yapmak istemeyiz
ama mecburiyet karşısında geldik. Bu işin acele olması lazım” dedim. “Nedir o
derdiniz? İmkânı varsa olur” dedi. “Halk Partisi suyu şehrin dışına kadar
getirdi, fakat şehir şebekesi yok,
herkes kovasını, testisini, bidonunu alıyor, su için 3-4 km gidip geliyor. Kimi
sırtında, elinde, kimi at eşekle” dedim. O zaman Turan Akarca, belediye
başkanı. “Bu halka büyük eziyet oluyor” dedim. Bakan, “Bunun keşfi var mı?”
dedi. “Var…” dedim, “275 bin lira.” Keşfi
yapılmış, ama defalarca müracaat yapılmasına rağmen olmamış dedim.“Ben size şu
anda söz veremem. İki gün sonra partiye telgraf çeker, olup olmayacağı
konusunda olumlu ya da olumsuz cevap verir, durumu size bildiririm” dedi. Hadi
çocuklar yolunuz açık olsun, bize yol verin gidelim dedi ve gitti. İki-üç gün
sonra DP ilçe başkanlığına diye bir telgraf geldi bize. “Milas içme suyu
şebekesi, 110 bin lira fondan, geri kalanı İller Bankasından da 165 bin lira
hibe(bağış) olmak üzere 275 bin liraya Faruk Ilgaz’a pazarlık suretiyle
verilmiştir. Hayırlı olsun” diyor telgrafta. Faruk Ilgaz, eski Fenerbahçe
kulübü başkanı. 1950’nin sonunda oluyor bunlar. Telgrafı okuyunca çok sevindik,
dünyalar bizim oldu. Sonra kendisine teşekkür mektubu yazdık. Biz bu işleri
yaparken, Turan Bey’in bundan haberi yok!..
HAMLE GAZETESİNİ BEN KURDUM
Hamle gazetesini Milas’ta ben kurdum. Yıl 1954. Ben o zaman Çaputçu
Hanında günlük gazete çıkardım. İtalyan Lazero şirketi vardı, İstanbul
Cağaloğlu’nda. Bu şirketten 20 bin liraya tüm matbaa araç-gereçlerini aldım
geldim buraya. Celal Togay, Başmuharrir. Selahattin Anlar, Muharrir(yazar).
Gazetenin sahibi benim hanım; Suzan Sağıroğlu. Celal’e hisse verdim, onun
hissesi hanımı adına. Selahattin’e de hisse verdim, onun da hissesi hanımı
adına. Gazetenin künyesinde bizim hanımların isimleri yazılı. Ben kendi adıma
yapmadım. Çünkü o zaman işim çok. Siyasi işler var. Hanımlar yürütsün bu işi
dedik. Ben de o zaman kasaplık var. 7 minibüsüm var, İzmir’e çalışıyor. 3 tane
kamyon, otobüs var. Lokantam var, adı Yıldız lokantası. Fırınım var. Çaputçu
hanında otelcilik yaptım. 3 tane kasap dükkânım var. 3 bin dönüm pamuk, 400
dönüm tütün yapıyorum. Amcamın oğlu Sadık Sağıroğlu ile ortak çırçır fabrikam
var. Otelin geliri iyi. Daha sonra bayan ve erkek uygunsuz vaziyette
yakalanınca; babam ben sana pezevenklik yaptırtmam diye oteli kapattırdı. Yapma
etme dedimse de, babama dinletemedim. O zaman başka otel yoktu Milas’ta.
Matbaayı kurduk. İşlerimiz iyi. 4 tane hurufatçı(harfleri dizen kişi
demek) bulduk geldik. 500 kişiyi abone yaptık. İyi ilan alıyoruz. O zaman il
genel meclisi üyesiyim. İlden de ilan geliyor; resmi ve özel. O zaman Muğla
Valisi Esat Kaya Ayman. İktidar partisi mensubu olmamızdan dolayı işlerimiz
iyiydi. Gazete-matbaa işi 4 sene dürdü. Daha sonra ortaklarla anlaşamayınca,
gazeteyi sattım. Jeneratörü, hurufatlarıyla birlikte Gazete’yi Muğlalılara
sattım. Matbaanın bıçağını Turgut’a verdim. Muğla’da matbaacı bir Bahtıkara
vardı. Onun da hikayesini anlatacağım size. Menteşe Gazetesi, Turgut
Dizdar’ındı. Haftada iki gün; Salı ve Cuma günleri çıkardı.
MUĞLALI MATBAACI BAHTIKARA’NIN HİKÂYESİ
Bahtıkara, Muğla’da Demokrat partinin kurucularından. Muğla’da Yayla
Gazetesini çıkarıyor. 1951 il kongresinde, Adnan Menderes, Celal Bayar ve
Bakanların hepsi geldi Muğla İl kongresine. O zaman Muğla’da iki tane eczane
vardı. Biri Ethem Serin’in, diğerini unuttum. Bahtıkara’nın hanımı bağırsak
düğümlenmesi oluyor. Bağırsakları dolaşıyor. Gece 2’de, 3’te eczaneye gidiyor.
Ethem Serin’in eczanesi nöbetçi. Kapı açık değil. Dışarıya açılan küçük bir
pencereden ilaçlar veriliyor. Eczanenin içine giremiyorsun. Eczacı onun
geldiğini görünce pencereyi kapatıyor. Bahtıkara, buradan içeriye ilaç alacağım
diye sesleniyor. Eczacı içerde, ama onun sesine cevap vermiyor,
duymazlıktangeliyor. Pencereyi yumrukluyor, gene açmıyor. Eczacı, bağıran kişinin
Bahtıkara olduğunu biliyor ama cevap vermiyor. Eczacı, Halk Partili. Bahtıkara,
DP’li olduğu için eczacı onun ilacını vermek istemiyor. Ondan sonra adam, bir
taksi tutayım, Aydın’a götüreyim bari diyor. Hanımı acıdan bağırıyor. Tutuyor
taksiyi, Aydın’a götürmek için yola çıkıyor. Gökbel’e varıyor, gadın ölüyooo!
Şimdi il kongresi oluyo. Samet Bey de var kongrede. Samet Bey, “Bizi
geziyorlar diye eleştiriyorlar. Gezeceğiz ve halkın ayağına hizmet götüreceğiz”
dedi. Bahtıkara, söz istiyor boyuna. Ama söz verilmiyor ona. Bizim ilçe başkanı
Avukat Hikmet Bilgin de divanda 2. Başkan. Ben de Adnan Menderes’in arka
tarafında oturuyorum. Onun ne
söyleyeceğini, şikayet edeceğini bildiği için söz vermiyorlar. Bahtıkara’nın
sürekli söz istemesine rağmen ona söz verilmemesi herkes gibi Adnan Menderes’in
de dikkatini çekti. Adnan Menderes, bi kalktı, genel başkan sıfatıyla kongreye
müdahale ediyorum, bi saatten beri delege söz istiyor, ama kongre divanı bu
delegeye söz vermiyor, buyur kardeşim konuş dedi Bahtıkara’ya. Bahtıkara,
“Efendim benim hanım hasta oldu, spazm çözücü bir hap almak için nöbetçi
eczaneye gittim. Eczane sahibi Ethem serin, beni görünce penceresini kapattı. O
kadar bağırmama rağmen pencereyi açmadı, ilacı da vermedi. Ben ordan ilacı
alamadım. Rahmetli Hanımı Aydın’a götürürken, hayatı Gökbel’de sona erdi” dedi.
Menderes, “Ne istiyorsun, kardeşim?” dedi. “İllerdeki eczane
tahdidinin(sınırlamasının) kalkmasını istiyorum, eczane sayısının
çoğaltılmasını istiyorum, eczacı diploması olan herkesin eczane açabilmesini
istiyorum, keyfi davranışlar artık son bulsun” dedi. Sağlık Bakanı Namık Gedik
orda, diğer bakanlar orda. Kabine hemen o gün orda toplandı, eczane
sınırlamasının kaldırılmasına karar verdiler. Ertesi günkü gazetelerde, “Muğla
Kongresinde yıldırım karar” başlığı ile
bu haber verildi. O zaman, bir yerde iki taneden fazla eczane açılamıyordu. O
günden sonra eczane kısıtlaması kalktı. Hizmet demi bu?
BERBER HAMDİ’NİN EVİ KARAKOLDU
Hükümet konağı eskiden şimdiki Vergi Dairesinin olduğu yerdi. Uzun süre
burası kullanıldı. Eski mezarlığın yanında şadırvanın bulunduğu meydanın güneye
bakan kısmının köşesi eskiden karakoldu. Osmanlı zamanında burası karakolmuş.
Cumhuriyetin ilanından sonra burası bir süre daha karakol olarak kullanılmış.
İHTİLAL OLACAK HABERİ ANKARAYI AYAĞA KALDIRDI
Ben 1960 ihtilalinin olacağını önceden duydum. Söyleyen de Halk Partili
Ekrem Derince. O köylere gittiğinde, yakında ihtilal oluyor demiş. Köylünün
birisi geldi, bana, “Yakında ihtilal oluyormuş” dedi. Ben o zaman Kızılay’da
başkandım. Bunu Zeyyat Mandalinci’ye bildirdim. Zeyyat Mandalinci, hem Muğla
Milletvekili hem de Ticaret Bakanı o zaman. O da gitmiş Adnan Menderes’e
anlatmış. Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a çıkıyor ve durumu anlatıyor.
Menderes, Bayar’a, “Milas’tan ihtilal olacağına dair haber aldık” diyor. Hemen
Milas Kaymakamı Mustafa Uygur’a bir telgraf emir geliyor; bu haber nereden
çıktı, kim çıkardı, haberin kaynağını bulun diye…
İki polis geldi evime, “Hadi bakalım, seni Gaymakam çağırıyor” diyerek,
beni götürmek istiyorlar. “Gaymakam niye çağırıyor beni, ben polisle mi
çağrılıyorum, gitmiyom” dedim. Polisler telefon ettiler ordan Gaymakama, gelmek
istemiyor diye. Bunun üzerine Gaymakam beni arıyor ve “Gel, gel, korkcek bişey
yok” dedi. Daha sonra vardım ben yanına. “Yavv, sen böle böle demişsing, kimden
duydun?” dedi. Haberin kaynağı Ekrem
Derince desem, onun başı yancek, çok ayıp olcek… Nasıl davranacağım, ne
yapacağım konusunda bir an tereddüt geçirdim. Hiç bişeyden haberi yokmuş gibi
davrandım. Gaymakam’a, “Du baken, ben bi düşünem” dedim. Düşündüm, düşündüm,
“Bi köylünün biri geldi ama kim olduğunu hatırlayamadım” dedim. Kaymakam, “Yav
iyi düşün” dedi. “Gaymakam Bey, düşündüm emme bulamadım” dedim. “Ekrem desem,
adamın başına iş açılacak, olur mu?” Olayı geçiştirdim. Gaymakam Mustafa Uygur da, haberin kaynağı
bulunamadı, aslı çıkmadı diye Ankara’ya telgrafla bildirdi.
HACI İLYAS MAHALLESİ MEZARLIKTI
Hacı İlyas Mahallesi eskiden mezarlıktı. Eskiden burada çok minmeç ağacı
vardı. Burada dört insan beli kalınlığında minmeç ağaçları vardı. Çoktu
bunlardan. Burası çok ılıydı. Akşam oldu mu insan geçemezdi buradan. İnsan
geçmeye korkardı.
MİLAS YAHUDİLERİ
Almanyalı’nın(Mehmet Taşkıran’a ait binanın olduğu yer) yerinde eskiden
Yahudilerin tütün deposuydu. Tütün deposunun sahibi İlya Mois’di. Gece birisi
onun boğazını sıkmış orda. Kim olduğu belli değil. Belki bir şeyler koparmak
için yaptı bunu, o kişi. Bilmiyoruz tam olarak. Yahudi tütün deposunun içine
mezar kazdırmış; bana bir şey olursa buraya gömün diye. Bir de Kürt Amedi
vardı. Kabadayı kendisi. Elinde bıçakla dolaşırdı. Yahudileri rahatsız ederdi.
Burada 120 hane Yahudi vardı. Ben onlarla iyi konuşurdum. Şimdi Ülkü
Eczanesinin olduğu yerde, akşam oldu mu, rakı içerdik Yahudilerle. Tavaslı
Bahattin’in(Karadeveci) evinin altında Saraç Memet, Deli Fevzi ve birkaç kişi
daha rakı içer, sarhoş olurlardı. Bu ev, şimdi Berber Süleyman ile
Ayakkabıcının bulunduğu bina. Üstü evdi o zaman. O zaman Çingene Mestan vardı,
iki metre boyunda. Bi adım attı mı, bi metre iki ayağının arası. Mestan,
sahurda davul çalmaya buradan başlardı. Davula bi vurdu mu, gümbür gümbür, her
yer inler. Bir gün gene Ramazan ayında, sahurda, davul çalmaya buradan
başlıyor. Gece 2-3. Bahattin’in evinin üstünde Hacı Yosef isimli bir Yahudi
kalıyor. Altında Saraç Memet, Deli Fevzi kalıyor. Davul evin dibinde, şiddetle
vurulunca, Hacı Yosef’in karısı uykusundan irkilerek uyanıyor. Yani korkuyor.
Karısı, Yosef’e, “Ne bu Yosef, dumbur dumbur?” diyor. Yosef de, karısına,
“Ramazanos Türkos” diyor. Yani Türkler’in Ramazanı demek istiyor Yosef. Hacı
Yosef, pencereden başını çıkararak, “A be Mestan, aheste aheste, dumbur dumbur…”
diyor. Yani tokmağı yavaş yavaş vursana
demek istiyor.
EŞEKÇİ MAHALLESİ
Balçık tarafında, Akgedik Barajının yukarısında zımpara madeni vardı.
Burayı Şaltiyel ve Nuriyel kardeşlerle babaları Benjamin işletirdi. Yahudi’ydi
bunlar. Bu maden ocağının olduğu yer, Balçık köprüsünden geçtikten sonra, Sudi
Özkan’nın çiftliği gelir. O çiftliğin olduğu yerden çıkardı. Bu maden, 100
kadar eşekle Menteşe okulunun olduğu yere getirilirdi. Eşeklerin boynunda zil,
akşama kadar dangır dangır, maden çekerdi eşekler. O zaman okul yoktu orada.
Orası zımpara madeni stok sahasıydı. Eşekle maden çekenler, hep, şimdiki
Şevketiye Mahallesinin olduğu yerde otururlardı. O yüzden oranın adı eşekçi
mahallesi kaldı. Bütün o mahalle, balçıktan eşeklerle maden çekerdi. Menteşe
okulunun yeri onlarındı. Daha sonra orayı okul için bağışladılar.
Yahudilerin çoğunu tanırım. Karabacak, Hacı Yako, oğlu Mois. Hacı Yako
Milas’ın büyük tüccarlarındandı. Dükkanı da şimdiki Kazım Muşlu’nun oğlu Yüksel
Muşlu’nun dükkanının olduğu yerdeydi. Manifaturacı Santo, Davi, Marco,
Kadinler, Marco Siyman, Jack, Dr. Eyüp Amato. Hatta, Kızılay başkanlığını 1956
yılında o bana devretti. Benden önce Milas Kızılay başkanı oydu. Yahudi
Mahallesinde bekçilik yapan Aslan…
Yahudiler, hahamın damgaladığı eti yerlerdi. Haham, sabah, belediye
mezbahasına gider etleri damgalardı. Yahudiler ondan sonra et alır, yerlerdi.
Haham, eti damgalamadı mı, Yahudiler kesinlikle, et yemezlerdi.
CAMIZOĞLU’NUN HİKAYESİ
Aslan’la ilgili bir anımı anlatayım. Aslan iri kıyım, şişman, pala
bıyıklı birisiydi. Aslan, sabaha kadar Yahudi mahallesinde dolaşır, mahalleyi
korurdu. Camızoğlu bir gün çok içmiş. Gerçek adı; Cemal Kurtuluş. Camızoğlu,
alkol bağımlısı. Hacı İlyas Camisinin önünde sızmış kalmış. Camızoğlu Yahudi
mahallesindendi. Aynı mahalleden oldukları için Aslan, Camız’ı tanıyor. Aslan camideki
boş tabutu alıyor, diğer üç kişiyle birlikte, Camızoğlu Cemal’i içine koyuyorlar.
Amaçları onu evine götürmek. Tabutun sağ ön kolu Aslan’ın sol omzunda. Sabahattin’in
(Uzun) kahvesini geçince, Camızoğlu Aslan’ın başını okşamaya başlıyor. Aslan,
“Acele etme Cemalimmm!, evde helalleşelim. Seviyorsun beni biliyorum, veda
etmek istiyorsun ama, şimdi tabutun
içinde olmaz, evde helalleşelim” diyor. Yani bizim Camız, tabutun içine
girince, korkuyla ayılmış…
YAHUDİLERİ ADETLERİ
Yahudiler, ölüleri için hiç ağlamazlardı. Yas tutmazlardı onlar için.
Onların adeti öyleydi. Ölülerini, akşam oldu mu öyle götürürler mezarlığa.
Onların Hamursuz Bayramları vardır. O zaman, sabaha bayram yaparlar. Bayram
oldu mu, hiç biri dükkânını açmaz. Havraya gider, ibadetlerini yaparlar.
İbadetlerine çok bağlıdırlar.
Yahudiler birbirlerine yardım ederler. Onların fakir olanı çok azdır.
Yahudi gençler evlendiğinde, evin bütün çeyizini kız tarafı yapar. 8-10
yaşındaki kız çalışmaya başladığı zaman evleneceği erkek için para biriktirmeye
başlar. Adamın sermayesini kız getirirdi. Yahudilerden biri zora girdi mi;
diğer Yahudiler kendi aralarında para toplar, onun tekrar işini düzene koyması
için yardımcı olurlardı. Onlar da böyle iyi yardımlaşma-dayanışma örneği vardı.
Üç sarraf vardı o zaman Milas’ta. Üçü de Yahudi’ydi. Biri Nissim Nitrani, biri
Marco Siyman, biri de Hacı Jack’tı. Hem susam, pamuk alırlar, hem altın
satarlardı.
MİLAS-SÖKE YOLUNUN YAPILMASI
Milas-Söke yolunun yapımına 1958 yılında başlanıldı. Yolun yapımı için
ilk çapayı vuranlardan birisi benim. O zaman Muğla valisi Esat Kaya Ayman.
Yolun müteahhidi Sefer Karadeniz. Yolun başlangıç çalışmalarına Milletvekili
Turan Akarca, Milletvekili Zeyyat Mandalinci, Belediye Başkanı Gazi Menteşe ve
ben katıldım. Müteahhit Kars’tan 800 işçi getirdi, bu yol yapımında çalıştırdı.
Bu yolun bazı yerleri kazmayla açıldı. Yol çalışmalarını, hemen Mersenet’in
yanından başlattık. Ben o zaman Belediye Encümen üyesiydim. Bu yol yapıldığında
toprak yoldu. Uzun süre öyle kaldı. Asfalt olmadı. İzmir’e gidiş bu yoldan
oluyordu. Yol 1962’de bitti. Yolun yapımı 4 yıl sürdü. Daha sonra bu yol asfalt
oldu. Benim arabalar hep toprak yolda geldi gitti. Arabalar o zaman Çaputçu
hanından kalkardı. Yedisi benim olmak üzere 20 araba, bu yolda sefer yapardı.
YAŞYER OVASININ KURUTULMASI
Ben 1951 yılında, çiftçiliğe, yani pamukçuluğa başladım. O zaman tütün
para etmemişti. Bir traktör aldım. O zaman Milas’ta traktör bi bende va, bi
Hadi Bey’de, bi de Cemil Bey’de va.
Başka kimsede yok. Yaşyer ovasından 200 dönüm yer kiraladım. Pamukları ektik.
Şakirağaların Hafız da, Suçum’da 200 dönüm kadar pamuk yapmış. Pamukları
yetiştirmek için Nazilli’den bir usta getiriyor. Ustayı bi gün benim tarlaya
davet ettim ve “Yavvv usta bu benim pamuklara bi bak” dedim. “Hay hay Ali Bey, gidelim” dedi. Geldi, bi
baktı ovaya, hayretle ve şaşırmış bir şekilde, “Ne ovası bu?” dedi. Bu,
“Tekinambarı, Koru, Yaşyer ovası” dedim. “Kaç dönümdür burası?” dedi. “200 bin
dönüm vardır” dedim ben. Bu yer böle mi kalyo? dedi. Böle kalyo dedim ben.
“Yavvv sizin hiç mebusunuz, adamlarınız yok mu?” dedi. Nolcek dedim. “Bu yer
pamuk yeri yavvv” dedi bene.
O zaman Cemil Bey’in damadı Ekrem Torun, DP Aydın il başkanı. Benim
arabalar hergün Aydın’a gidiyor. Aydın’da Ekrem Torun’u gördüm. “Abee yavvv,
Milas Yaşyer ovası pamuk yeriymiş” dedim. “Eee, yeni mi bilyong?” dedi. “Bu
bataklığın kurutulması için Adnan Bey’e duyursak ta, ne yapılcese yapılsa…”
dedim. “Kanal açılması lazım” dedi. Ben Adnan Bey’e söyleyeyim, sen de
milletvekillerine duyur” dedi. Yıl 1951.
Ben Muğla Milletvekilleri Yavuz (Başer) Bey’e, Zeyyat (Mandalinci)Bey’e
söyledim. Yavuz Bey, Münir Tireli’nin eniştesi. Ekrem Torun da Aydın
milletvekili Nahit Menteşe’ye söyledi. 3 ay sonra bir heyet geldi. Heyet ovaya
baktı, şaşırdı kaldı. Bir ay sonra kepçeler, eksvatörler geldi. Kanalları
açmaya başladılar. Köylü, “Bu ne yavvv” dedi. Yarın buradan siz yer alacaksınız
dedim. Parti reklamı yapma dedi köylüler bene. Kanallar açılıp, bataklık
kuruduktan sonra bu yerleri size verecekler dedim. Kaç dönüm verirler dedi
köylüler. Ben, 50 dönümden aşağı olmaz herhalde dedim. Bu yer kurutuldu, taksim
edildi ve tarlası olmayanlara, insan başına 50’şer dönüm tarla verildi buradan.
Toprak dağıtımı 56’da oldu.
Hatta Yaşyer Köyünden Pehlivan Hasan (Kop) vardı. “Yavvv Ali Sağıroğlu,
sen çok kurnaz adamsın dedi. Neden dedim ben. Köylüleri kandırmışsın toprek
verilcek diye dedi. Eeee sen de alcesing dedim. Bak darı bezirmesi(ekmeği) yiye
yiye benim ağzım yara oldu dedi. Eğer bana toprak verirlerse Adnan Menderes’in
elini öperim dedi. Bu, 200 dönüm toprak aldı. Ondan sonra ihtilal oldu.
Menderes asıldığı zaman köyde davul-zurna çalıyor. Ben de ordayım o zaman. Bi
baktım bizim Kop Hasan davul-zurnanın önünde oynuyor. “Hani la Adnan Menderes ’in elini
öpecektin? Şimdi burda göbek atıyorsun” dedim. Mahçup bir şekilde, “Eee Ali
Beyim o zaman hava öyleydi, şimdi böyle” dedi. “Tamam, haklısın” dedim ben.
Tarlalar dağıtılınca, herkes ekti, pamuk yaptı. Ev aldılar, traktör aldılar,
taksi aldılar. Herkesin hali vakti iyileşti.
ŞEVKET GÖKBEL
Şevket Bey Eskişarlı Murat Beyin kızıyla evliydi. Hanımının ismi Zeliha.
Şeyket Bey belediye başkanlığı yaptı.
Her gün mesaiden sonra parka gider, iki bira içerdi. Kimseyle
konuşmayan, otoriter bir adamdı. 5 oldu mu daireden çıkar, parkı işleten Yahudi
Bohor’un penceresinin önüne otururdu. Bohor, ona, kaşar peyniri dilimler, bir
de omlet yapardı. İki birayı içtikten sonra evine giderdi. (Yazarın Notu:
Dönemi 1923-15.08.1936)
NAZMİ AKDENİZ
Belediye başkanıydı. Halk partiliydi. İyi bir partiliydi. İki-üç tane
adamın ağzına bakardı. Mezbahayı yaptı. Eski kasaphaneyi yaptı. Eski hali
yaptı. (Şimdiki Arasta parkın olduğu yer) Labranda’dan suyu getirdi, şişeleme
fabrikasının olduğu yere. (YN: Dönemi 15.08.1936- 1049)
Emekli Yüzbaşı tuğlacı İsmet Akıncı hakkında başka bilgi, foto v.s var mıdır?
YanıtlaSil