13 Ekim 2016 Perşembe

SÖZLÜ TARİH / ALİ SAĞIROĞLU

Röportaj: Nevzat Çağlar Tüfekçi
1921 yılında Milas’ta doğdum. 88 yaşındayım. İlk ve orta tahsilimi Milas’ta yaptım. İstanbul’da 6 sene okudum. Taksim Kolejinde okudum. İsmi daha sonra Şişli Terakki oldu. Haydarpaşa Lisesi ve Hayriye Lisesinde okudum. O zamanlar imtihanlar zordu. Çok lise değiştirdim. Doktor olma niyetim vardı. İstanbul Üniversitesi Tıpta okuyan arkadaşlarım vardı. Biri, daha sonra başbakan olan Sadi Irmak’ın oğluydu. Arkadaşımdı. O götürmüştü beni okula.  Orada kadavraları gördüm. O kadavraları görünce nefret ettim ve Tıp okumaktan vazgeçtim. Başka okula da gitmedim. 1941 yılında Milas’a döndüm.

1946’DA DEMOKRAT PARTİ MİLAS İLÇE ÖRGÜTÜNÜN KURUCUSUYUM
Bir gün Milas’ta kahvede otururken, Cemil(Menteşe) Bey geldi. Adnan Menderes, Celal Bayar; Demokrat Partiyi kurmuşlar. Yıl 1946. Cemil Bey, Milas’ta, Demokrat Partiyi kuracak. Beni yönetime almak istiyor. Ben, babama sorayım dedim. Biz söyleriz babana dedi. Babamım ismi Ahmet’ti. Babam celeplik yapardı, tütün işi yapardı. Milas’ın varlıklı insanlarından birisiydi. Adnan Akarca’nın çiftliği de bize aitti. Babam sattı onlara. Çaputçu Hanındaki lokanta, yanındaki fırın, Zeybeklerin Cumhuriyet Caddesindeki yerleri babamındı. 

Partiyi kurduk. DP ilçe örgütünün kurucuları arasında, Yahudi Hacı Jack, Dr. Servet Akgün, Celal Togay, Helvacı Hafız (Özçelik), Emekli Yüzbaşı, tuğlacı İsmet Akıncı, Sofulu Refik (Karaçayır) vardı. Çok partili döneme geçildiği 1946’daki ilk genel seçimde biz Muğla’dan 5 milletvekili çıkardık.  O seçimde Türkiye’de; Muğla, Mersin, Afyon, Çanakkale, Samsun, Kayseri ve ismini hatırlayamadığım bazı illerden 56 milletvekili çıkardık. Avukat Asım Gürsoy da Milas’tan aday. Asım Gürsoy, Refik Şevket İnce, Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu gibi isimler partiyle uyum sağlayamadılar. Bunlar, partiden ihraç edildiler. Hatta Adnan Menderes, bunlara; “kirli çamaşırlarınızı da alın gidin” dedi.  
O zaman partiler, şimdiki gibi hazineden yardım almıyorlardı. Partiler bağışlarla, adayların bağışladığı paralarla seçim çalışmalarını yürütüyorlardı.


TURAN KARCA’YI, ADNAN AKARCA’YI PARTİYE BEN GETİRDİM
1946’da Turan Akarca, Adnan Akarca partide yoktu. Onları partiye ben getirdim. Turan’ı(Akarca) 1948’de, Adnan’ı(Akarca) 1957’de ben getirdim. İl Genel Meclisi üyesiydim. 1960’da hapse girdim. Hapisten çıktıktan sonra Mualla’yı(Akarca) partiye(AP) getirdim. 1961 senesinde. 1963 seçimlerinde onu Senatör yaptım.


(Hatta bunun hikâyesini de ben size anlatayım. 1963’de senato seçimi olacak. Ben Aşkidil Akarca’nın yanına gittim. O zaman öğretim üyesi, profesör. Postanenin yanındaki evde oturuyorlar. Hacı Ali Ağa konağında. Yanında Mualla Hanım da var. Ben Aşkidil hanıma, “Abla ben sana bir şey söyleyeceğim…” dedi. Söyle dedi. Biz seni, senatör adayı yapmak istiyoruz dedim. “Aman ha, beni bu işe karıştırmayın. Ben siyasetten hoşlanmıyorum. Ben halimden memnunum, ben üniversitede çalışmaya devam edeceğim” dedi. O zaman Mualla Hanım atıldı, “Ben olurum, ben olurum…” dedi. O zaman ben, ama partizanlık yok, elinizi vicdanınıza koyarak görev yapın dedim. Tamam dedi. Mualla Hanımı da böyle aday yaptık. O zaman Muğla’dan iki senatör çıkıyordu; biri Haldun Menteşeoğlu oldu, diğeri de Mualla Akarca oldu.) Adnan da milletvekili oldu. Üçünü de(Turan Akarca-Adnan Akarca-Mualla Akarca) milletvekili yapan benim. Milletvekili olmam konusunda bana çok söylediler. Faruk Sükan, Talat Asal, Yüksel Menderes hepsi söyledi, aday olmam için. Ben bu üçüyle parti ocakları açtım. Türkiye’nin her yerini dolaştım. Ben iyi bir hatiptim. Gittiğimiz yerlerde konuşmalar yapardım. Rauf Onursal, Sıtkı Yırcalı, Nazilli’de Şevki Hasırcı, Konya’da Necati Kalaycıoğlu, Antalya’da İhsan Ataöv, Bahri Dağdaş, Namık Menderes, Aydın Menderes; hep bunlarla beraber çalıştım. Hatta onlar beni Mersin’den aday yapalım dediler. Ben kabul etmedim.


DR. SEZAİ, DR. SERVET VE DR. HİLMİ
Dr. Sezai, Dr. Servet ve Dr. Hilmi, üçü Arnavutluk’tan gelme. Macar Evlerinden ikisi Dr. Servet ile Dr. Hilmi’nindi. Pehlivanoğlu Marketin yanında yurt olarak kullanılan binayı Toksarılar yaptırdı. Ortada, şimdi Halil Gümüşel’in oturduğu binayı Dr. Servet, onun yanındakini de Dr. Hilmi yaptırdı. Dr. Servet DP’liydi. Dr. Sezai Halk Partiliydi. Bu binaları Macar Ustaları yaptığı için bu evlerin adı “Macar Evleri” olarak kaldı. Dr. Servet belediye doktorluğu yaptı. Ben daha sonra belediye meclisi üyesi oldum.

Yıl 1956. Hasan Nalbantoğlu, belediye başkanı. Tabakhanede o zaman Koca Amat isimli bir fırıncı vardı. Birisi bana, bu fırıncının hamuru ayaklarıyla çiğnediğini söyledi. O kişi, tövbeler tövbesi olsun ben bi daha ordan ekmek almam dedi. Ben de bunu Dr. Servet’e anlattım. Sr. Servet, “Hahhh!..” dedi, Hazırlan, sabaha yakın orayı basalım dedi. Ben o zamanlar 35 yaşında, o 70 yaşında.  Sabaha yakın saat 4’de evin önünde hazır ol, ben gelip seni alacağım, yoksa seni döverim bak çocuk haaa! dedi hafif sert ve babacan bir tavırla. Şu anda Cumhuriyet Caddesinde Zeybeklerin mağazasının olduğu yerde bizim ev o zaman. Ben 4’den evvel kapının önüne indim. Dr. Servet geldi. Yanımızda Müfettiş Memet Efendi de var. Biz, Müfettiş lakaplı Zabıta Amiri Mehmet Efendiyle birlikte üç kişi, sabah erkenden fırına gittik. Bir delikten onu gözetledik. Adam daha teknenin üstüne çıkmamış. Durun acele etmeyin, 5-10 dakika daha şurda singlenelim(saklanalım-gizlenelim) dedim. Baktık, adam ayakkabılarını çıkardı, hamur teknesinin üstüne çıktı, şak-şuk, şak-şuk diye hamuru çiğnemeye başladı. Çiğnerken, su sıçrıyor etrafa. Adam ayaklarıyla hamuru çiğnemeye başladı. Dr. Servet, hışımla içeri girdi, seni gidi pezevenk seni, sen halkın sağlığı ile nasıl oynarsın?” diyerek adama iki dene çaktı(tokat vurdu). Dr. Servet, iriyarı, cüsseli bir adamdı. Adam neye uğradığını şaşırdı. “Doktorum ne yapıyorsun sen, başına iş mi açacaksın?” diyerek doktoru sakinleştirmeye çalıştım. Adam ağlamaya başladı. Fırını kapattık. Dr. Servet, Dr. Sezai vatanperver insanlardı. Sezai fakir-fukaranın parasına tamah etmeden, hastalarına gider gelirdi. Ama bazen de hataları olmuştur. Milliyetçiydi. Milas’ta, Halk Partisini ayakta tutan oydu. Osmanlının dağılma zamanı olan 1910’larda bunlar, Arnavutluk Kralı Ahmet Zogo’ya başkaldırmışlar, Enver Hocayla birlikte. Bunlar(Sezai-Servet-Hilmi) asılacaklarını hissedince, gece sandala binip denize açılmışlar. Yunanistan’a geçiyorlar. Oradan da Türkiye’ye geliyorlar. Buraya geliş nedenleri, burada Arnavut’un çok olmasıydı. Buraya geldiklerinde 22-23 yaşlarında olabilirler. Sezai ölünceye kadar burada yaşadı. Sabah kahvaltısında karpuz suyuyla çökelek yerdi. Yekta ve Berrin diye iki kızı vardı. Ben onlarla birlikte okudum. Onlar burada doğdu, ilk ve ortaokulu burada okudular. Yüksek tahsili Ankara’da yaptılar. Ankara’da evlendiler.
Dr. Servet bir süre sonra doktorluğu bıraktı, particilik yapmaya başladı.


MİLAS KIZILAY’IN BAŞKANLIĞINI YAPTIM
1956’da Kızılay başkanı oldum. Daha önce Yahudi Doktor Eyüp Amato’ydu başkan. 1957 yılında kışlık Yeni Sinemada kongremiz var. Kongrede çok büyük kalabalık vardı. Ben o yıllarda Türkiye çapında, Kırkpınar şeklinde güreş yaptırdım burada, Günlüklerin zeytinyağı fabrikasının arkasında. Orası o zaman meydanlıktı. Spor sahası olarak kullanılıyordu. Bu güreş Kızılay yararına olmuştu. Ondan sonra konser düzenledim. Bu şekilde Kızılay’a büyük gelirler sağladım. Genel merkeze 107 bin lira para gönderdim. 1960’a kadar belediyenin tespit ettiği 60 fakire, Kızılay olarak biz yardım ettik. Yeni Sinemadaki Kızılay’ın kongresine, Dr. Sezai’yi de davet etmiştim. Kongrede, 400 üyenin çoğunluğu bulunuyordu. Ben faaliyet raporunu okuduktan sonra Dr. Sezai ayağa kalkarak, söz istedi. Dr. Sezai üyelere dönerek, “Sayın üyeler, izniniz olursa, sahneye çıkacağım ve sizlere bir-iki şey söyleyeceğim” dedi. Ben kendisine söz verdim. Sezai Doktor, sahneye çıkarak, “Sayın üyeler, burada şu kadar doktor, şu kadar eczacı var. Ben de dahil olmak üzere, Ali Sağıroğlu bizlere taş çıkarttı. Kızılay’ın 103 bin lira parası var. Kızılay o kadar fakir-fukaraya yardım etmesine rağmen kasasında o kadar para olması çok önemli. Ben dahil hiç kimse Kızılay’a bu kadar katkıda bulunamadık, enerjimizi ortaya koyamadık. Ali Sağıroğlu, Kızılay’a çok şey kazandırmıştır. Faaliyetleriyle, enerjisiyle biz doktor ve eczacıları utandırmıştır. Huzurlarınızda alnından öpmek istiyorum” dedi ve sahnede geldi, alnımdan öptü. Böyle olgun birisiydi. Hâlbuki ben Demokrat Partili, o koyu bir Halk Partiliydi. Ben o zaman hem il genel meclisi üyesiyim, hem de belediye meclisi üyesiyim. O zaman iki tarafta birden görev almak mümkün oluyordu. Ben o zaman partinin ikinci başkanıydım. İlçe başkanı Celal Kulalı’ydı. Ondan önce Avukat Hikmet Bilgin’di. Ondan önce Cemil Bey vardı.   Ben 15 sene Milas belediyesinde Meclis üyeliği yaptım.


LİSE BİNASININ YAPIMI
Lisenin olduğu yeri biz bağışladık. Bu yer 8 dönümdü. Annemin, abimin ve benim hissem vardı orda. O zaman Mustafa Uygur Kaymakamdı. Yıl 1956. Kaymakam bu yer bedava olmaz dedi. Nası olcek dedim ben. 1 liraya satış yapacaksın dedi. Neden dedim. Yarın sen ölürsen, varislerin dava açarsa, davayı kazanırlar dedi. Liseyi yaptırmak için kaymakam başkanlığında bir heyet kuruldu, köylerden para toplanmaya başlanıldı. Mili Eğitim Bakanı Tevfik ileri, su basman seviyesine çıkın, gerisini bize bırakın demiş.


Ben de şimdi Milas Anadolu Lisesi olarak kullanılan binanın yerini bir liraya Milli Eğitime satış yaptım. 8 sene bu arsaya bir şey yapılmadı. Daha sonra Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri geldi. O zaman Adalet Partisi iktidar. Tevfik İleri burasının temelini atarken, benim bağış belgemi şişenin içine koydu, temelin içine attı. Benim bağış belgem lisenin temelinin altındadır şimdi. Ondan sonra bina yapılmadı. Durdu gene. O zaman Hasan Basa, Muğla valisiydi. Adnan Akarca’yla beraber gittik. Adnan Bey, “Vali Bey, lise binası yapılmayacaksa, Ali Bey yeri geri istiyor” dedi.   Vali, “Veremeyiz Ednan Bey, çünkü bu yerin satışı yapılmış. Ayrıca bütün ilçeler yapılacak, Milas en son” dedi. ‘A’ları ‘E’ olarak söylerdi vali. Adnan’a, Ednan; Haldun’a Heldun derdi.“Neden Vali Bey, cezamız mı var?” dedim. “Hayır, Heldun(Menteşeoğlu) Beyin emri” dedi vali. Haldun Bey o zaman bakan. Biz şaştık kaldık. O zaman Haldun Menteşeoğlu ile Adnan Akarca arasında parti içinde bir kutuplaşma var. Bu kutuplaşma nedeniyle bizim lise binası yapılmıyor, hep erteleniyor.   Yapımı geciktiriliyor. Lise binasının temeli 58’de atıldı, 66’da bitti.

YA VALİYİ ALDIRACAKSINIZ YA DA MİLAS’I MUĞLADAN AYIRACAKSINIZ
Valinin yanından çıktıktan sonra, “Adnan Bey, parti içinde senin gücünü kırmak için yapılan bir şey bu, seni partiden silmek istiyorlar” dedim. “Hadi yavv!” dedi. “Ne yapmamız lazım”, dedi. “Ya valiyi aldıracaksınız, ya da Milas’ı Muğla’dan ayıracaksınız”, dedim. Demirel, o zaman Milas’a gelecekti. Biz havaalanı isteriz, süt fabrikası isteriz, lise yapılmasını isteriz, Milas-Söke Yolu yapılsın, vali görevden alınsın diye 40 tane pankart yazdık. İki gün sonra da Demirel gelecek Milas’a. Bizim bu hazırlığımızı Demirel’e duyurmuşlar. Yıl 1966. Bir de “Türkiye’nin Mimarı Hoş geldin Milas’ımıza” diye de bir pankart yazmıştık. Bu pankartı pehlivan Ahmet Kozak’ın eline verdim.  Demirel, öfke ve kızgınlıkla, “İndirin o pankartları, indirin onları…” dedi. ”Bunlar, anarşistlerin işleri” dedi. “Siz bir memurun, bir valinin atanmasının, görevden alınmasının hukuki yollarının ne olduğunu bilmiyor musunuz? Artık bundan sonra valiyi almam, o Muğla’da 5 sene daha kalacak” dedi.

DP’DEN SONRA AP’NİN KURUCUSU OLDUM
Ben DP’den sonra AP’nin kurucusu oldum. 1960 ihtilalinde, hapisten çıktıktan sonra, kendileri geldi, beni buldu.  20 gün hapis yatmıştım o zaman. Bu olaydan sonra Demirel bizi partiden attı. Yönetimi feshetti. Milas yönetimi görevden alındı diye radyodan duyduk. Görevden alınmamızın nedeni bu pankartlardı, bir de Haldun Menteşeoğlu’nun etkisi vardı. Daha sonra Doğan Bilge ile birlikte dava açtık; “hukuksuz hukuk, hukuk değildir”, burası çiftlik değildir diye… Parti, babasının çiftliği değil Demirel’in…   Ve biz davayı kazandık. Partiye, mahkeme kararıyla tekrar kaydolduk.

Fakat AP’de daha fazla durmadık. Başımızdan geçen bu olaydan sonra AP’den soğuduk. Daha sonra, Ferruh Bozbeyli’nin başkanlığındaki Demokratik Partiyi kurduk Milas’ta.  1971’de bir süre ara verdim siyasete. 1946’da Demokrat Partinin, 1962’de Adalet Partisinin, 1968’de Demokratik Partinin ve 1990’da da Doğru Yol Partisinin kurucuları arasında yer aldım. 2001’de tamamen siyaseti bıraktım.

THK’NUN YERİNİ VERDİK
Sümerbank’ın açılmasında, Lisenin yapılmasında, Belediye binasının yapılmasında, parkın içindeki evlendirme salonunun yapılmasında(daha sonra yıkıldı) büyük emeğim var. Şimdiki belediye binasının yapılması için çok uğraştım. O zaman Hasan Nalbantoğlu belediye başkanı. Ben belediye encümen üyesiyim. Belediyeden yer verildiği takdirde Hava Kurumu binası yapılacaktır diye bir yazı geldi Ankara’dan. Belediye meclis üyelerinden 5-6 tanesi bedava yer verilmez diye terk etti meclisi. Sonra 12 belediye meclisi üyesinin kararıyla hava kurumuna yer tahsis ettik ve yapılmasını sağladık. 

MİLAS SÜMERBANK’IN AÇILMASININ HİKAYESİ
Sümerbank binasının yapılmasının hikayesi de şu şekildedir. O Tarihlerde Milas’ta Manifaturacıların kurduğu bir Birlik vardı. Bu Birlik, Nazilli’den, Manisa’dan, Kayseri’den devletin ürettiği kumaşları satardı. Devlet bu tür Birliklere kumaş tahsis ediyordu. Bu Birliğin kurucuları Şakirlerin Hafız, Ali Uğurlu, Nazmi Sünnetçioğlu, Sadık Sünnetçioğlu, Hayıtoğlu gibi isimlerden oluşuyordu. Toplam 9 kişiydi bunlar. Birlik’te sadece tahsisli mallar satılıyordu. Fiyatı, devlet belirliyordu. Birlik binası, şimdi Osman Biçen’in dükkanının olduğu yerdeydi.  O bina da, manifaturacı Ali Faik Değirmencioğlu ve Muzaffer Değirmencioğlu’na aitti.

Bir gün, Asın Yeniköy’den köylünün biri geldi. Köylü fakir. “Ali abi, belki seni kırmazlar, onlarla bi konuşuver. 20 metre kaput(bezi) alacak oldum. 5 lira, karaborsa diyorlar. Bu, fahiş(yüksek) fiyat. Halbuki bunu daha önce 45 kuruşa satıyorlardı” dedi. Birliğe gittim. Abdullah Sünnetçioğlu, tezgahtar. Kumaşları, tezgahın altına saklamışlar, karaborsa diye yüksek fiyata satıyorlar. Ali Uğurlu ve diğer Birlik kurucuları da orada. Abdullah’ın yanına gittim, bunun 45 kuruşa satılması gerekiyor, bu fiyattan verin dedim. Abdullah, 5 liradan aşağı inmiyorlar dedi. Ali Uğurlu’ya döndüm, “yavvv! bu fiyat yüksek, adam fakir. Bunu normal fiyattan verin” dedim. Veremeyiz dedi Ali Uğurlu. Düşmediler aşağıya… Onları eleştirdim. 30 kuruşa alıyorsunuz bunu 45 kuruşa satmanız gerekiyor. Devletin size verdiği fiyat bu dedim. Bu kadar aşırı kar edemezsiniz, yazık bu vatandaşa dedim. “İsteyen alır, istemeyen almaz, nereye gidersen git” dedi Ali Uğurlu bana. “Hangi daş gatıysa, git gıçını oraya vur” dedi. Ama sonra çok pişman olursun dedim. Haaa!, sen öyle mi diyorsun, görürsün sen dedim. Çıktım oradan.

Samet Bey’i, 1946 seçimlerinde Muğla’da birlikte çalışmamızdan dolayı çok iyi tanıyorum. Samet Bey bir ara Muğla’ya geldiğinde, Birlik, tahsisli malları, devletin belirlediği fiyattan satmıyor dedim. Bu fiyat çok yüksek dedi. Bu kumaşlar 45 kuruşa satılması lazım dedi. Ben bunu Samet Beyden duymuştum daha önce.

Oradan çıktıktan sonra arkadaşlara haber verdim. Belediye Başkanı Hasan Nalbantoğlu, Belediye Meclis üyesi Aziz Uğur, encümen üyesi Cemal Yüksel ve encümen üyesi olarak ben Ankara’ya gittik. Yıl 1956. Önce Ticaret Bakanı Zeyyat Mandalinci’ye gittik. Durumu ona anlattık. O, ben halledemem bunu, siz Samet Bey’e gidin dedi. Samet Ağaoğlu, hem Sanayi Bakanı hem Başbakan Yardımcısı.

(1950 seçimlerinde, buradan o zaman Samet Ağaoğlu adaydı. Aynı zamanda Manisa’dan da adaydı. DP’nin kuruluş tüzüğünde o zaman 20 kişilik kontenjan için böyle bir uygulama vardı. Bu; aday oradan seçilemezse, öbür taraftan seçilsin diye yapılan bir uygulamaydı. Samet Bey, hem Muğla’dan hem Manisa’dan seçildi. O Manisa’yı tercih etti. Muğla’dan çekildi. Burada bir vekillik boşaldı. Mesela Adnan Menderes, 1946’da hem Aydın’dan hem Kütahya’dan aday oldu. Kütahya’dan seçildi. Celal Bayar, İstanbul ve Ankara’dan aday oldu o zaman. Celal Bayar, her iki yerden kazandı. Daha sonra Muğla’dan boşalan Milletvekilliği için ara seçim yapıldı. Bu seçimde, Kore Gazisi, emekli Yarbay Natuk Poyrazoğlu ile Tansu Çiller’in babası Necati Çiller adaydı. Necati Çiller’i burada çok gezdirdim. Genel merkez, Natuk Beyi tutuyordu. Seçimi Natuk Bey kazandı, o milletvekili oldu. Necati Çiller, Muğla’da Akyol gazetesini çıkardı bir süre.)

1950 seçimlerinden sonra Ankara’ya gittik. Samet Bey Bakan olmuştu. O konuyu önceden biliyordu zaten. Durumu anlattık. O, Sümerbank Genel Müdürü Mehmet Beyi çağırdı. Milas’ta mağazamız yok, oraya hemen bir mağaza açalım dedi. Biz bir yer gösterdik. Bu yer şu anda Zeybeklerin mağazasının olduğu yerdi. Orası, abim Mehmet Sağıroğlu ile benimdi. Altı mağaza oldu. Üstü bizim ev.  Geldiler baktılar, bir ay içinde Sümerbank mağazası açıldı. Sümerbank orada 10-15 sene durdu.

Ama bir şartım var dedim. Orada memurların dışındaki personelin alınmasına ben karar vereceğim dedim. Mağaza müdürü, muhasebeci yukarıdan geliyor zaten. Kabul ettiler benim isteğimi. Ben kendim Demokrat Partiliyim ama, oraya ve diğer dairelere aldırdığım kişilerin çoğu Halk Partilidir. Süleyman Keskin, Topbaşından Toz Efe, Selahattin Anlar; bunlar Sümerbank’ta çalıştı. Ben hiç partizanlık yapmadım. Ama Adnan Akarca çok yaptı. Bunda Adnan Beyle aramız açıldı, iki sene dargın durduk. Adnan Bey, bizden sizden ayrımı yapardı. Sümerbank daha sonra, şimdi heykelin karşısında olan Pehlivanoğlu marketin olduğu yere taşındı.

1956 DEPREMİ
Bu deprem çok şiddetliydi. Ben eski polis karakolunun orda dineliyordum.(Hoca Bedrettin Mahallesi Muhtarı Vasfi Selçuk’un bakkal dükkânının olduğu bina) Depremin şiddetiyle bina sallanmaya başladı. Biz hemen yere oturduk. Emniyet Amiri Mehmet Tank, “Eyvah, ben daireye doğru koşuyorum” dedi. Yanımdan ayrıldı. Ertesi günü Celal Bayar’la Adnan Menderes geldi buraya. Ben onlara rehber oldum, hasarlı binaları dolaştırdım onları. Selahattin Oğuz’un binası Milas’ın tek apartmanı o zaman. Şimdiki Akçakır Eczanesinin bulunduğu bina. Bu bina da epey hasar görmüştü o zaman. Orası bir ara Tüccar kulübü oldu. “Adnan Menderes’e binaya girme, yıkılabilir” dedim. Adnan Menderes beni dinlemedi, girdi binaya. Bu bina takozla kurtulur dedim. Mühendis Necdet Bey vardı yanımızda. Menderes, ona, olur mu dedi O da, olur efendim dedi. Ormandan 4 metre boyunda 40 metreküp kalas alınarak bina takoza alındı ve öyle kurtarıldı. Yan tarafta binası olan Müsüroğlu kızıyor buna, yıkılsın bina diyor. Bu bina Milas’ta ilk çok katlı binadır. 4 kattır. Bina 55’de yapıldı. Hacı İlyas’ta Zülferlerin Aşa(Ayşe) teyzenin evine götürdüm Menderes’i. O da hasar görmüştü. O depremde Milas’ta çok bina hasar gördü. Sonra Ankara’dan bir heyet geldi. Hasarlı binaları; orta, ağır hasarlı diye tespit etti.  Ben Milas’ta öyle bir zelzele görmedim bugüne kadar.

ŞİMDİKİ BELEDİYE BİNASININ YAPILMASI
Şimdiki Belediye binasının yerinde eski, ahşap bir bina vardı. Belen Camisinin yanındaki bina. Sıvaları düşmüş, içinde durulmaz bir bina. Belediye binası denilmez. Muhtar binası bile olmaz. Bu binayı yenilemek istiyoruz ama bütçe kısıtlı. Ahşap, tek katlı, 5 odalı bir bina.  Muhasebeci, Doktor, Fen Memuru, Başkatip ve bi de Başkanın yeri. 3 ayak merdiveni vardı binanın. Merdivenden binaya giriliyordu. Bina eski ve sıvaları dökülüyordu zaten. Biz biraz daha sıvalarını düşürdük, bina ağır hasarlı olsun diye. Bu eski bina, 1956 depreminde Milas’taki birçok bina gibi zarar görmüştü ama çok fazla değildi. 7010 sayılı kanununa göre bir rapor tuttuk. Binayı ağır hasarlı kapsamına soktuk. Bu kanun, deprem ve afet kanunuydu. Amacımız bu kanundan yararlanarak, devletten yardım alıp, bu binayı yapmaktı. Kaymakam Mustafa Uygur bizim yapmak istediğimiz bu şeye pek sıcak bakmadı. “Sen bunu yapıyorsun ama bizi asarlar” dedi Kaymakam. Yani o, yardım almadan da bu binayı tamir ederiz diye düşünüyordu. Niye ascekle dedim ben. “Biz hırsızlık mı yapıyoruz?” dedim. “Bizim bu iş için alacağımız para boğazımızdan geçiyor mu, biz parayı cebe mi indireceğiz, biz bu eski binadan kurtulup yeni bir bina yaparak, Milas’a hizmet vereceğiz. Ben lise binası için 8 dönümlük yerimi verdim. Bunu yapan insan hırsızlık yapar mı?” dedim. “Sen korkma, hiçbir şey olmaz” dedim. Teklifimi mühendisler kabul etti. Bina ağır hasarlı olarak rapora girdi. Bu bina 56’da başladı, 60’da bitti. Parkın içindeki binada ağır hasarlı bina kapsamına alındı. O da deprem parasıyla yapıldı.(Yıkılan düğün salonu)

ŞEHİR İÇME SUYU ŞEBEKESİNİN DÖŞENMESİ
Halk Partisi(belediye) içme suyunu Turunçluk’a (eski mezbahanın-Labranda şişe suyu fabrikasının olduğu yere kadar) kadar getirdi. Nazmi Akdeniz’in belediye başkanlığı döneminde. Para olmadığı için şehir şebekesi yapılamadı. Herkes testisini, bidonunu, kovasını alıyor oraya su doldurmaya gidiyor. Halk için büyük bir eziyet bu… Demokrat Parti de 1950’de yeni iktidara geliverdi. Seçimden 6 ay sonra, Samet Ağaoğlu’nun, Muğla’ya geleceğini duydum. Sanayi bakanı kendisi. Yanıma Celal Togay’ı, Selahattin Alnar’ı alarak bindik bi cipe, Muğla’ya gittik. Biz parti yönetimindeyiz o zaman. DP İlçe Başkanı Hikmet Bilgin. Yaylada bir davete gitmiş, Samet Bey. 12’de oraya doğru vardık. “İleri gitmeyelim, burada yolu kapatalım biz” dedim. Önünü kesmesek, görüşmemiz imkansız. Biz cipi yolun içine koyduk. Yolu kapattık. Baktım, ilerden toz duman içinde gelikgelile... Bizim arabanın yanına gelince durdular. En öndeki araba onunmuş. Beni görünce hemen arabasından indi ve bana sarıldı; “Hayrola ne yapıyorsunuz burada?” dedi. “Zatı Alinizi göresimiz geldi sayın bakanım” dedim. “Sayın Bakanım bir maruzatımız var, bu saatte bu saygısızlığı yapmak istemeyiz ama mecburiyet karşısında geldik. Bu işin acele olması lazım” dedim. “Nedir o derdiniz? İmkânı varsa olur” dedi. “Halk Partisi suyu şehrin dışına kadar getirdi,   fakat şehir şebekesi yok, herkes kovasını, testisini, bidonunu alıyor, su için 3-4 km gidip geliyor. Kimi sırtında, elinde, kimi at eşekle” dedim. O zaman Turan Akarca, belediye başkanı. “Bu halka büyük eziyet oluyor” dedim. Bakan, “Bunun keşfi var mı?” dedi. “Var…” dedim,  “275 bin lira.” Keşfi yapılmış, ama defalarca müracaat yapılmasına rağmen olmamış dedim.“Ben size şu anda söz veremem. İki gün sonra partiye telgraf çeker, olup olmayacağı konusunda olumlu ya da olumsuz cevap verir, durumu size bildiririm” dedi. Hadi çocuklar yolunuz açık olsun, bize yol verin gidelim dedi ve gitti. İki-üç gün sonra DP ilçe başkanlığına diye bir telgraf geldi bize. “Milas içme suyu şebekesi, 110 bin lira fondan, geri kalanı İller Bankasından da 165 bin lira hibe(bağış) olmak üzere 275 bin liraya Faruk Ilgaz’a pazarlık suretiyle verilmiştir. Hayırlı olsun” diyor telgrafta. Faruk Ilgaz, eski Fenerbahçe kulübü başkanı. 1950’nin sonunda oluyor bunlar. Telgrafı okuyunca çok sevindik, dünyalar bizim oldu. Sonra kendisine teşekkür mektubu yazdık. Biz bu işleri yaparken, Turan Bey’in bundan haberi yok!..

HAMLE GAZETESİNİ BEN KURDUM
Hamle gazetesini Milas’ta ben kurdum. Yıl 1954. Ben o zaman Çaputçu Hanında günlük gazete çıkardım. İtalyan Lazero şirketi vardı, İstanbul Cağaloğlu’nda. Bu şirketten 20 bin liraya tüm matbaa araç-gereçlerini aldım geldim buraya. Celal Togay, Başmuharrir. Selahattin Anlar, Muharrir(yazar). Gazetenin sahibi benim hanım; Suzan Sağıroğlu. Celal’e hisse verdim, onun hissesi hanımı adına. Selahattin’e de hisse verdim, onun da hissesi hanımı adına. Gazetenin künyesinde bizim hanımların isimleri yazılı. Ben kendi adıma yapmadım. Çünkü o zaman işim çok. Siyasi işler var. Hanımlar yürütsün bu işi dedik. Ben de o zaman kasaplık var. 7 minibüsüm var, İzmir’e çalışıyor. 3 tane kamyon, otobüs var. Lokantam var, adı Yıldız lokantası. Fırınım var. Çaputçu hanında otelcilik yaptım. 3 tane kasap dükkânım var. 3 bin dönüm pamuk, 400 dönüm tütün yapıyorum. Amcamın oğlu Sadık Sağıroğlu ile ortak çırçır fabrikam var. Otelin geliri iyi. Daha sonra bayan ve erkek uygunsuz vaziyette yakalanınca; babam ben sana pezevenklik yaptırtmam diye oteli kapattırdı. Yapma etme dedimse de, babama dinletemedim. O zaman başka otel yoktu Milas’ta.

Matbaayı kurduk. İşlerimiz iyi. 4 tane hurufatçı(harfleri dizen kişi demek) bulduk geldik. 500 kişiyi abone yaptık. İyi ilan alıyoruz. O zaman il genel meclisi üyesiyim. İlden de ilan geliyor; resmi ve özel. O zaman Muğla Valisi Esat Kaya Ayman. İktidar partisi mensubu olmamızdan dolayı işlerimiz iyiydi. Gazete-matbaa işi 4 sene dürdü. Daha sonra ortaklarla anlaşamayınca, gazeteyi sattım. Jeneratörü, hurufatlarıyla birlikte Gazete’yi Muğlalılara sattım. Matbaanın bıçağını Turgut’a verdim. Muğla’da matbaacı bir Bahtıkara vardı. Onun da hikayesini anlatacağım size. Menteşe Gazetesi, Turgut Dizdar’ındı. Haftada iki gün; Salı ve Cuma günleri çıkardı.

MUĞLALI MATBAACI BAHTIKARA’NIN HİKÂYESİ
Bahtıkara, Muğla’da Demokrat partinin kurucularından. Muğla’da Yayla Gazetesini çıkarıyor. 1951 il kongresinde, Adnan Menderes, Celal Bayar ve Bakanların hepsi geldi Muğla İl kongresine. O zaman Muğla’da iki tane eczane vardı. Biri Ethem Serin’in, diğerini unuttum. Bahtıkara’nın hanımı bağırsak düğümlenmesi oluyor. Bağırsakları dolaşıyor. Gece 2’de, 3’te eczaneye gidiyor. Ethem Serin’in eczanesi nöbetçi. Kapı açık değil. Dışarıya açılan küçük bir pencereden ilaçlar veriliyor. Eczanenin içine giremiyorsun. Eczacı onun geldiğini görünce pencereyi kapatıyor. Bahtıkara, buradan içeriye ilaç alacağım diye sesleniyor. Eczacı içerde, ama onun sesine cevap vermiyor, duymazlıktangeliyor. Pencereyi yumrukluyor, gene açmıyor. Eczacı, bağıran kişinin Bahtıkara olduğunu biliyor ama cevap vermiyor. Eczacı, Halk Partili. Bahtıkara, DP’li olduğu için eczacı onun ilacını vermek istemiyor. Ondan sonra adam, bir taksi tutayım, Aydın’a götüreyim bari diyor. Hanımı acıdan bağırıyor. Tutuyor taksiyi, Aydın’a götürmek için yola çıkıyor. Gökbel’e varıyor, gadın ölüyooo!

Şimdi il kongresi oluyo. Samet Bey de var kongrede. Samet Bey, “Bizi geziyorlar diye eleştiriyorlar. Gezeceğiz ve halkın ayağına hizmet götüreceğiz” dedi. Bahtıkara, söz istiyor boyuna. Ama söz verilmiyor ona. Bizim ilçe başkanı Avukat Hikmet Bilgin de divanda 2. Başkan. Ben de Adnan Menderes’in arka tarafında oturuyorum.  Onun ne söyleyeceğini, şikayet edeceğini bildiği için söz vermiyorlar. Bahtıkara’nın sürekli söz istemesine rağmen ona söz verilmemesi herkes gibi Adnan Menderes’in de dikkatini çekti. Adnan Menderes, bi kalktı, genel başkan sıfatıyla kongreye müdahale ediyorum, bi saatten beri delege söz istiyor, ama kongre divanı bu delegeye söz vermiyor, buyur kardeşim konuş dedi Bahtıkara’ya. Bahtıkara, “Efendim benim hanım hasta oldu, spazm çözücü bir hap almak için nöbetçi eczaneye gittim. Eczane sahibi Ethem serin, beni görünce penceresini kapattı. O kadar bağırmama rağmen pencereyi açmadı, ilacı da vermedi. Ben ordan ilacı alamadım. Rahmetli Hanımı Aydın’a götürürken, hayatı Gökbel’de sona erdi” dedi. Menderes, “Ne istiyorsun, kardeşim?” dedi. “İllerdeki eczane tahdidinin(sınırlamasının) kalkmasını istiyorum, eczane sayısının çoğaltılmasını istiyorum, eczacı diploması olan herkesin eczane açabilmesini istiyorum, keyfi davranışlar artık son bulsun” dedi. Sağlık Bakanı Namık Gedik orda, diğer bakanlar orda. Kabine hemen o gün orda toplandı, eczane sınırlamasının kaldırılmasına karar verdiler. Ertesi günkü gazetelerde, “Muğla Kongresinde yıldırım karar”  başlığı ile bu haber verildi. O zaman, bir yerde iki taneden fazla eczane açılamıyordu. O günden sonra eczane kısıtlaması kalktı. Hizmet demi bu?

BERBER HAMDİ’NİN EVİ KARAKOLDU
Hükümet konağı eskiden şimdiki Vergi Dairesinin olduğu yerdi. Uzun süre burası kullanıldı. Eski mezarlığın yanında şadırvanın bulunduğu meydanın güneye bakan kısmının köşesi eskiden karakoldu. Osmanlı zamanında burası karakolmuş. Cumhuriyetin ilanından sonra burası bir süre daha karakol olarak kullanılmış.


İHTİLAL OLACAK HABERİ ANKARAYI AYAĞA KALDIRDI
Ben 1960 ihtilalinin olacağını önceden duydum. Söyleyen de Halk Partili Ekrem Derince. O köylere gittiğinde, yakında ihtilal oluyor demiş. Köylünün birisi geldi, bana, “Yakında ihtilal oluyormuş” dedi. Ben o zaman Kızılay’da başkandım. Bunu Zeyyat Mandalinci’ye bildirdim. Zeyyat Mandalinci, hem Muğla Milletvekili hem de Ticaret Bakanı o zaman. O da gitmiş Adnan Menderes’e anlatmış. Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a çıkıyor ve durumu anlatıyor. Menderes, Bayar’a, “Milas’tan ihtilal olacağına dair haber aldık” diyor. Hemen Milas Kaymakamı Mustafa Uygur’a bir telgraf emir geliyor; bu haber nereden çıktı, kim çıkardı, haberin kaynağını bulun diye…

İki polis geldi evime, “Hadi bakalım, seni Gaymakam çağırıyor” diyerek, beni götürmek istiyorlar. “Gaymakam niye çağırıyor beni, ben polisle mi çağrılıyorum, gitmiyom” dedim. Polisler telefon ettiler ordan Gaymakama, gelmek istemiyor diye. Bunun üzerine Gaymakam beni arıyor ve “Gel, gel, korkcek bişey yok” dedi. Daha sonra vardım ben yanına. “Yavv, sen böle böle demişsing, kimden duydun?” dedi.  Haberin kaynağı Ekrem Derince desem, onun başı yancek, çok ayıp olcek… Nasıl davranacağım, ne yapacağım konusunda bir an tereddüt geçirdim. Hiç bişeyden haberi yokmuş gibi davrandım. Gaymakam’a, “Du baken, ben bi düşünem” dedim. Düşündüm, düşündüm, “Bi köylünün biri geldi ama kim olduğunu hatırlayamadım” dedim. Kaymakam, “Yav iyi düşün” dedi. “Gaymakam Bey, düşündüm emme bulamadım” dedim. “Ekrem desem, adamın başına iş açılacak, olur mu?” Olayı geçiştirdim.  Gaymakam Mustafa Uygur da, haberin kaynağı bulunamadı, aslı çıkmadı diye Ankara’ya telgrafla bildirdi.

HACI İLYAS MAHALLESİ MEZARLIKTI
Hacı İlyas Mahallesi eskiden mezarlıktı. Eskiden burada çok minmeç ağacı vardı. Burada dört insan beli kalınlığında minmeç ağaçları vardı. Çoktu bunlardan. Burası çok ılıydı. Akşam oldu mu insan geçemezdi buradan. İnsan geçmeye korkardı.

MİLAS YAHUDİLERİ
Almanyalı’nın(Mehmet Taşkıran’a ait binanın olduğu yer) yerinde eskiden Yahudilerin tütün deposuydu. Tütün deposunun sahibi İlya Mois’di. Gece birisi onun boğazını sıkmış orda. Kim olduğu belli değil. Belki bir şeyler koparmak için yaptı bunu, o kişi. Bilmiyoruz tam olarak. Yahudi tütün deposunun içine mezar kazdırmış; bana bir şey olursa buraya gömün diye. Bir de Kürt Amedi vardı. Kabadayı kendisi. Elinde bıçakla dolaşırdı. Yahudileri rahatsız ederdi.
Burada 120 hane Yahudi vardı. Ben onlarla iyi konuşurdum. Şimdi Ülkü Eczanesinin olduğu yerde, akşam oldu mu, rakı içerdik Yahudilerle. Tavaslı Bahattin’in(Karadeveci) evinin altında Saraç Memet, Deli Fevzi ve birkaç kişi daha rakı içer, sarhoş olurlardı. Bu ev, şimdi Berber Süleyman ile Ayakkabıcının bulunduğu bina. Üstü evdi o zaman. O zaman Çingene Mestan vardı, iki metre boyunda. Bi adım attı mı, bi metre iki ayağının arası. Mestan, sahurda davul çalmaya buradan başlardı. Davula bi vurdu mu, gümbür gümbür, her yer inler. Bir gün gene Ramazan ayında, sahurda, davul çalmaya buradan başlıyor. Gece 2-3. Bahattin’in evinin üstünde Hacı Yosef isimli bir Yahudi kalıyor. Altında Saraç Memet, Deli Fevzi kalıyor. Davul evin dibinde, şiddetle vurulunca, Hacı Yosef’in karısı uykusundan irkilerek uyanıyor. Yani korkuyor. Karısı, Yosef’e, “Ne bu Yosef, dumbur dumbur?” diyor. Yosef de, karısına, “Ramazanos Türkos” diyor. Yani Türkler’in Ramazanı demek istiyor Yosef. Hacı Yosef, pencereden başını çıkararak, “A be Mestan, aheste aheste, dumbur dumbur…”  diyor. Yani tokmağı yavaş yavaş vursana demek istiyor.


EŞEKÇİ MAHALLESİ
Balçık tarafında, Akgedik Barajının yukarısında zımpara madeni vardı. Burayı Şaltiyel ve Nuriyel kardeşlerle babaları Benjamin işletirdi. Yahudi’ydi bunlar. Bu maden ocağının olduğu yer, Balçık köprüsünden geçtikten sonra, Sudi Özkan’nın çiftliği gelir. O çiftliğin olduğu yerden çıkardı. Bu maden, 100 kadar eşekle Menteşe okulunun olduğu yere getirilirdi. Eşeklerin boynunda zil, akşama kadar dangır dangır, maden çekerdi eşekler. O zaman okul yoktu orada. Orası zımpara madeni stok sahasıydı. Eşekle maden çekenler, hep, şimdiki Şevketiye Mahallesinin olduğu yerde otururlardı. O yüzden oranın adı eşekçi mahallesi kaldı. Bütün o mahalle, balçıktan eşeklerle maden çekerdi. Menteşe okulunun yeri onlarındı. Daha sonra orayı okul için bağışladılar.

Yahudilerin çoğunu tanırım. Karabacak, Hacı Yako, oğlu Mois. Hacı Yako Milas’ın büyük tüccarlarındandı. Dükkanı da şimdiki Kazım Muşlu’nun oğlu Yüksel Muşlu’nun dükkanının olduğu yerdeydi. Manifaturacı Santo, Davi, Marco, Kadinler, Marco Siyman, Jack, Dr. Eyüp Amato. Hatta, Kızılay başkanlığını 1956 yılında o bana devretti. Benden önce Milas Kızılay başkanı oydu. Yahudi Mahallesinde bekçilik yapan Aslan…

Yahudiler, hahamın damgaladığı eti yerlerdi. Haham, sabah, belediye mezbahasına gider etleri damgalardı. Yahudiler ondan sonra et alır, yerlerdi. Haham, eti damgalamadı mı, Yahudiler kesinlikle, et yemezlerdi.

CAMIZOĞLU’NUN HİKAYESİ
Aslan’la ilgili bir anımı anlatayım. Aslan iri kıyım, şişman, pala bıyıklı birisiydi. Aslan, sabaha kadar Yahudi mahallesinde dolaşır, mahalleyi korurdu. Camızoğlu bir gün çok içmiş. Gerçek adı; Cemal Kurtuluş. Camızoğlu, alkol bağımlısı. Hacı İlyas Camisinin önünde sızmış kalmış. Camızoğlu Yahudi mahallesindendi. Aynı mahalleden oldukları için Aslan, Camız’ı tanıyor. Aslan camideki boş tabutu alıyor, diğer üç kişiyle birlikte, Camızoğlu Cemal’i içine koyuyorlar. Amaçları onu evine götürmek. Tabutun sağ ön kolu Aslan’ın sol omzunda. Sabahattin’in (Uzun) kahvesini geçince, Camızoğlu Aslan’ın başını okşamaya başlıyor. Aslan, “Acele etme Cemalimmm!, evde helalleşelim. Seviyorsun beni biliyorum, veda etmek istiyorsun  ama, şimdi tabutun içinde olmaz, evde helalleşelim” diyor. Yani bizim Camız, tabutun içine girince, korkuyla ayılmış…

YAHUDİLERİ ADETLERİ
Yahudiler, ölüleri için hiç ağlamazlardı. Yas tutmazlardı onlar için. Onların adeti öyleydi. Ölülerini, akşam oldu mu öyle götürürler mezarlığa. Onların Hamursuz Bayramları vardır. O zaman, sabaha bayram yaparlar. Bayram oldu mu, hiç biri dükkânını açmaz. Havraya gider, ibadetlerini yaparlar. İbadetlerine çok bağlıdırlar.
Yahudiler birbirlerine yardım ederler. Onların fakir olanı çok azdır. Yahudi gençler evlendiğinde, evin bütün çeyizini kız tarafı yapar. 8-10 yaşındaki kız çalışmaya başladığı zaman evleneceği erkek için para biriktirmeye başlar. Adamın sermayesini kız getirirdi. Yahudilerden biri zora girdi mi; diğer Yahudiler kendi aralarında para toplar, onun tekrar işini düzene koyması için yardımcı olurlardı. Onlar da böyle iyi yardımlaşma-dayanışma örneği vardı. Üç sarraf vardı o zaman Milas’ta. Üçü de Yahudi’ydi. Biri Nissim Nitrani, biri Marco Siyman, biri de Hacı Jack’tı. Hem susam, pamuk alırlar, hem altın satarlardı.

MİLAS-SÖKE YOLUNUN YAPILMASI
Milas-Söke yolunun yapımına 1958 yılında başlanıldı. Yolun yapımı için ilk çapayı vuranlardan birisi benim. O zaman Muğla valisi Esat Kaya Ayman. Yolun müteahhidi Sefer Karadeniz. Yolun başlangıç çalışmalarına Milletvekili Turan Akarca, Milletvekili Zeyyat Mandalinci, Belediye Başkanı Gazi Menteşe ve ben katıldım. Müteahhit Kars’tan 800 işçi getirdi, bu yol yapımında çalıştırdı. Bu yolun bazı yerleri kazmayla açıldı. Yol çalışmalarını, hemen Mersenet’in yanından başlattık. Ben o zaman Belediye Encümen üyesiydim. Bu yol yapıldığında toprak yoldu. Uzun süre öyle kaldı. Asfalt olmadı. İzmir’e gidiş bu yoldan oluyordu. Yol 1962’de bitti. Yolun yapımı 4 yıl sürdü. Daha sonra bu yol asfalt oldu. Benim arabalar hep toprak yolda geldi gitti. Arabalar o zaman Çaputçu hanından kalkardı. Yedisi benim olmak üzere 20 araba, bu yolda sefer yapardı.


YAŞYER OVASININ KURUTULMASI
Ben 1951 yılında, çiftçiliğe, yani pamukçuluğa başladım. O zaman tütün para etmemişti. Bir traktör aldım. O zaman Milas’ta traktör bi bende va, bi Hadi Bey’de, bi de Cemil Bey’de va.  Başka kimsede yok. Yaşyer ovasından 200 dönüm yer kiraladım. Pamukları ektik. Şakirağaların Hafız da, Suçum’da 200 dönüm kadar pamuk yapmış. Pamukları yetiştirmek için Nazilli’den bir usta getiriyor. Ustayı bi gün benim tarlaya davet ettim ve “Yavvv usta bu benim pamuklara bi bak” dedim.  “Hay hay Ali Bey, gidelim” dedi. Geldi, bi baktı ovaya, hayretle ve şaşırmış bir şekilde, “Ne ovası bu?” dedi. Bu, “Tekinambarı, Koru, Yaşyer ovası” dedim. “Kaç dönümdür burası?” dedi. “200 bin dönüm vardır” dedim ben. Bu yer böle mi kalyo? dedi. Böle kalyo dedim ben. “Yavvv sizin hiç mebusunuz, adamlarınız yok mu?” dedi. Nolcek dedim. “Bu yer pamuk yeri yavvv” dedi bene.

O zaman Cemil Bey’in damadı Ekrem Torun, DP Aydın il başkanı. Benim arabalar hergün Aydın’a gidiyor. Aydın’da Ekrem Torun’u gördüm. “Abee yavvv, Milas Yaşyer ovası pamuk yeriymiş” dedim. “Eee, yeni mi bilyong?” dedi. “Bu bataklığın kurutulması için Adnan Bey’e duyursak ta, ne yapılcese yapılsa…” dedim. “Kanal açılması lazım” dedi. Ben Adnan Bey’e söyleyeyim, sen de milletvekillerine duyur” dedi.  Yıl 1951. Ben Muğla Milletvekilleri Yavuz (Başer) Bey’e, Zeyyat (Mandalinci)Bey’e söyledim. Yavuz Bey, Münir Tireli’nin eniştesi. Ekrem Torun da Aydın milletvekili Nahit Menteşe’ye söyledi. 3 ay sonra bir heyet geldi. Heyet ovaya baktı, şaşırdı kaldı. Bir ay sonra kepçeler, eksvatörler geldi. Kanalları açmaya başladılar. Köylü, “Bu ne yavvv” dedi. Yarın buradan siz yer alacaksınız dedim. Parti reklamı yapma dedi köylüler bene. Kanallar açılıp, bataklık kuruduktan sonra bu yerleri size verecekler dedim. Kaç dönüm verirler dedi köylüler. Ben, 50 dönümden aşağı olmaz herhalde dedim. Bu yer kurutuldu, taksim edildi ve tarlası olmayanlara, insan başına 50’şer dönüm tarla verildi buradan. Toprak dağıtımı 56’da oldu.

Hatta Yaşyer Köyünden Pehlivan Hasan (Kop) vardı. “Yavvv Ali Sağıroğlu, sen çok kurnaz adamsın dedi. Neden dedim ben. Köylüleri kandırmışsın toprek verilcek diye dedi. Eeee sen de alcesing dedim. Bak darı bezirmesi(ekmeği) yiye yiye benim ağzım yara oldu dedi. Eğer bana toprak verirlerse Adnan Menderes’in elini öperim dedi. Bu, 200 dönüm toprak aldı. Ondan sonra ihtilal oldu. Menderes asıldığı zaman köyde davul-zurna çalıyor. Ben de ordayım o zaman. Bi baktım bizim Kop Hasan davul-zurnanın önünde oynuyor.  “Hani la Adnan Menderes’in elini öpecektin? Şimdi burda göbek atıyorsun” dedim. Mahçup bir şekilde, “Eee Ali Beyim o zaman hava öyleydi, şimdi böyle” dedi. “Tamam, haklısın” dedim ben. Tarlalar dağıtılınca, herkes ekti, pamuk yaptı. Ev aldılar, traktör aldılar, taksi aldılar. Herkesin hali vakti iyileşti.


ŞEVKET GÖKBEL
Şevket Bey Eskişarlı Murat Beyin kızıyla evliydi. Hanımının ismi Zeliha. Şeyket Bey belediye başkanlığı yaptı.  Her gün mesaiden sonra parka gider, iki bira içerdi. Kimseyle konuşmayan, otoriter bir adamdı. 5 oldu mu daireden çıkar, parkı işleten Yahudi Bohor’un penceresinin önüne otururdu. Bohor, ona, kaşar peyniri dilimler, bir de omlet yapardı. İki birayı içtikten sonra evine giderdi. (Yazarın Notu: Dönemi 1923-15.08.1936)

NAZMİ AKDENİZ
Belediye başkanıydı. Halk partiliydi. İyi bir partiliydi. İki-üç tane adamın ağzına bakardı. Mezbahayı yaptı. Eski kasaphaneyi yaptı. Eski hali yaptı. (Şimdiki Arasta parkın olduğu yer) Labranda’dan suyu getirdi, şişeleme fabrikasının olduğu yere. (YN: Dönemi 15.08.1936- 1049)

 







1 yorum:

  1. Emekli Yüzbaşı tuğlacı İsmet Akıncı hakkında başka bilgi, foto v.s var mıdır?

    YanıtlaSil