31 Ekim 2016 Pazartesi

MİLAS VERGİ DAİRESİ BİNASININ TARİHÇESİ

Tanzimat sonrasında bürokrasinin oluşumu ile yönetim mimarisi de ortaya çıkmıştır. Bunun en çarpıcı örneği ise hükümet konaklarıdır. 1840 Temmuz ayına ait bir yazı özetinde, Milas’ta,”beş bab sıra odaların, ahali-yi kazanın mülkü olup”, tamire muhtaç olduğu yazılıdır.  Burada ağa konağından başka, bir de muhassıllık(yönetim) binasının olduğu ve bunun mirî(devlete ait) olduğu anlaşılmaktadır.

Aynı belgeden bu binanın 14.500 kuruş masrafı gerektirecek ölçüde tamire muhtaç olduğunu anlıyoruz ki, o zaman için 14.500 kuruş gerçekten çok büyük meblağdır. Demek ki bu bina yeni bir bina değil, daha önceden olan bir binadır. Nitekim salname(yıllık) defterlerinde hemen her yıla ait masraf kalemleri içinde, “memleket odaları tamiri” kalemi vardır. Bu memleket odaları, büyük bir olasılıkla, daha sonra muhassıllık konağına(kaza yönetim merkezine) çevrilmiştir.

Tuğlacı, Milas’ta hükümet konağının 1876 yılında yapıldığını belirtir. Nitekim ilk kez 1877 yılına ait bir davada, davaya, “hükümet konağında meclis-i davaya mahsus odada” bakıldığı kaydedilmiştir. Buradan, bu tarihte, Milas’ta bir hükümet konağının varlığından başka, mahkemenin de hükümet konağının içinde ayrı bir mekânda görüldüğü anlaşılmaktadır.

Tarihçi Zekai Eroğlu, 1867 yılında, 1911’de yapılan hükümet konağının yerinde, 8 odalı bir okul yapıldığını fakat bu dönemde bir hükümet konağı olmamasından dolayı bu binanın hükümet konağı olarak kullanıldığını söylemektedir. Bu bina 1910-1911 yılında yeniden inşa edilmiştir. 1911 yılında yapılan yeni hükümet konağı o dönemin tipik hükümet binaları modelindedir. Kitlesel özellikleri ile de Levanten mimari etkileri altındadır 

Kaynak: X1X. Yüzyılda Milas Kazası, (Doktora Tezi), Yrd. Doç. Dr. Nuri Adıyeke, Mersin Üni. Tarih Bölümü

MİLAS HEKATOMNOS ANITININ İÇİ VE KAÇAK GİRİŞİN NASIL OLDUĞU!...
























MİLAS BACALARI...

MİLAS SİZİ ÇAĞIRIYOR!
Bizim de mimari özellikli güzel bacalarımız var. Kimi ikiz kuleli, kimi ikiz baca, kimi yuvarlak, kimi belde incelip sonra genişleyen... Milas tarihi kültürel ve ekonomik potansiyelleri kadar mimari zenginliği de olan bir kent... Milas'taki her eser üzerine uzun yazılar yazılabilir, Milas'a dair öyküler, romanlar, şiirler yazılabilir. Milas, sahip olduğu birikimleriyle edebiyatçıları ve sanatçıları çağırıyor. Bu davete, yanıt verilmeli...











30 Ekim 2016 Pazar

MİLAS ÜSTÜNE BİR DENEME

Milas, tarihi boyunca bir yönetim merkezi olmuştur. Karya ve Menteşe Beyliğinin başkentliğini yaptı. Osmanlı dönemindeki idari, yapılanmalarda hep, kaza merkezi olma özelliğini korudu. Bir yerin sürekli yönetim merkezi olması, o yerin, ekonomik canlılığı ve stratejik öneminden kaynaklanmaktadır.

Milas’ın göç alması ve nüfusunun artması, 1970 yılından sonra, ETİBANK’ın maden ocaklarında çalıştırılmak üzere, Doğu ve Güneydoğu’dan işçiler getirtmesiyle başlar. Milas’ın Bodrum’a yakın olması, Bodrum’a çalışmak için gelenlerden bazılarının orada barınamayıp, Milas’ta kendilerine mesken tutması, Milas’taki nüfus artışının bir başka boyutudur.

1980’den sonra Gökova ve Yeniköy Termik santrallarının faaliyete geçmesi ve 1997 yılında Milas-Bodrum Havalimanının hizmete girmesi sonucunda Milas’ın nüfusunda önemli artışlar oldu. Milas’ın, ekonomik ve sosyal dönüşümünde; ETİBANK, Yeniköy ve Kemerköy Termik Santralleriyle Milas-Bodrum Havalimanı, önemli kilometre taşlarıdır.

Milas tarihi boyunca modern yaşam şekillerinin hakim olduğu bir yer olmuştur. Milas’ta toplumsal yaşamda muhafazakâr görüşler etkili olamamıştır, hiç… Bunda, geçmişte Milas’ta yaşayan Rumların, Yahudilerin ve Levantenlerin de payı bulunmaktadır.

Milas’ta çarpık kentleşme, 1970’den sonra Milas’ın göç almaya başlamasıyla başladı. Hızlı göç, beraberinde kenar semtlerde gecekondu bölgelerini meydana getirdi. Geçmişte oy kaygısıyla hareket eden kent yerel yönetimleri, bunlara göz yumdu.  Uzun süre buralara alt yapı hizmetleri götürülemedi. Kentleşme sürecinde, yaşanılan bir başka olumsuzluk ise, verimli tarım arazilerinin, şehrin akciğeri konumunda olan yerlerin imara açılması oldu.

Milas tarihi ve kültürel değerlerin yoğun olduğu bir yerdir. Milas’ta bunun yanı sıra tarımsal faaliyetler, sanayi üretimleri, zeytin ve zeytinyağına dayalı üretimler yapılmaktadır. Milas, gelişecek ve büyüyecekse, tarihi ve kültürel kent kimliği korunarak, bu sağlanmalıdır. Milas, bir tarih ve kültür kenti olarak anılmalıdır. “Tarih ve Kültür”, Milas’ın üst kimliği, diğer unsurlar da birer alt kimlik olarak kabul edilmelidir.

Milas’ın tarihi ve kültürel değerleri kadar dikkat çeken bir yanı da Türkiye’nin önemli zeytin ağacı potansiyeline sahip olmasıdır. Ülkemizdeki 160 milyona yakın zeytin ağacının 8 milyonu Milas’ta bulunmaktadır. Fakat Milas, bu konuda, kendi markasını yaratamamış, zeytinyağında da kendi kimliğini bulamamıştır. Önümüzdeki süreçte, zeytinyağımızın ulusal ve uluslararası pazarlarda, evlerimizin mutfaklarında yerini almasının sağlanması gerekiyor. Bu konuda geleceği planlayamamak ta, bir sorun olarak geçmişten bu yana varlığını devam ettirmektedir.

Bir kent yaşamında, meydanlar çok önemli bir işleve sahiptir. Osmanlı’da; çarşılar, ibadet yerleri, devlet kurumları hep meydanların çevresinde oluşturulmuştur. Meydan, bir kültürü ifade eder. Orada gezilir, törenler yapılır, bayram eğlenceleri gerçekleştirilir, sohbetler yapılır. Bizim Milas’ta da meydanlar vardı eskiden; Hacı İlyas Meydanı, Demirciler Meydanı, Şadırvan meydanı gibi. Geçmiş yerel yönetimler nerede bir boşluk buldularsa, oraya hemen bir bina veya başka şeyler kondurdular… Milas, meydanlarına yeniden kavuşmalı…

Şehrin güneybatı kesiminde yer alan Gümüşkesen mezar anıtı, MS 2. yy’da, dünyanın yedi harikasından biri sayılan Bodrum’daki moseleum’un bir minyatürü olarak inşa edilmiştir. Moseleum, şu anda, British Museum’da... Gümüşkesen anıtı ise sapasağlam duruyor. Şehrin kuzeyindeki Beşparmak dağlarının uzantılarından şehre su getiren iki katlı ve Roma döneminde inşa edilen Su Kemerleri büyük ölçüde özelliklerini koruyor.  Uzunluğu 3 km’ye yakın. Bu iki tarihi mirasın etrafında düzenleme çalışmaları yapılmalı, buraların tanıtımı daha iyi yapılmalıdır.

“Coğrafi işaretleme”, Milas için çok önemlidir. “Coğrafi İşaretleme”, tanım olarak; Belirgin bir niteliği, ünü olan; özellikleri itibarıyla bir yöre, alan, bölge veya ülke ile özdeşleşmiş bir ürünü gösteren işaretlerdir. Nelerimizin coğrafi işaretlemelerini yaptırabiliriz? Başta zeytinyağı, Milas halıları(Karacahisar ve Çökertme halıları), bal veya başka ürünler… Başkalarının ürünlerimizi kendi adlarına işaretlemesini yaptırmadan, biz bunları Milas adına işaretlemesini yaptırmalıyız.

Turgut Cansever, “İslam’da Şehir ve Mimari” kitabında, Osmanlı’nın şehircilik anlayışını ve felsefesini şöyle anlatır: ”Şehirlerin çevresinde, şehrin beslenmesini sağlayan kıymetli tarım alanları, bostanlar, bağlar, zengin meralar ve hayvancılık alanları, Okmeydanı ve bayram yeri; pek çok defa şehre özellik katan, şehrin çeşitli bölümlerini birbirinden ayıran dere boyları ve mesire yerleri Osmanlı şehirlerinin ayrılmaz parçalarını oluştururlar.”

Şimdi de Karya dönemine gidelim ve George E. Bean’in “Karia” isimli kitabından bir alıntı yapalım:”Milas’taki kent, doruklarda yer alan diğer Karia kuruluşlarından çok daha değişik bir konuştaydı. Büyük bir dağın eteğindeki ovada kurulan Mylasa, bu konumuyla antikçağda tepki uyandırıyordu. Bir Roma valisinin, ‘Bu kenti kuran korku duymadı ise, utançtan da mı yoksundu’ diye öfkeyle bağırdığı söylenir.” Roma valisinin, “Bu kenti kuran utançtan da mı yoksundu” ifadesini, ben, şehrin tarım alanı üzerinde kurulmasına bağlı olarak söylediğine inanıyorum…

Her iki alıntıdan anlaşılacağı gibi, hem antik çağda hem Osmanlı döneminde, şehrin etrafındaki yeşil alanların, tarım alanlarının korunmasına yönelik yerleşmeler, planlanmış. Kentlerin büyüme doğrultuları bunlara zarar vermeyecek şekilde belirlenmiş. Günümüze baktığımızda ise, bu anlayış ve şehircilik felsefelerinin çok gerisinde olduğumuzu görüyoruz…


         Nevzat Çağlar Tüfekçi

MİLAS ŞİİRLERİ

MİLAS ŞİİRİ

Usumda kalan
Sisler dağılıyor
Bir bir çıkıyor düşlediklerim
Benim uzatan elini
Balavca deresinin tortularından
Anamın yürekten ilenci
“Naham yarabbi
                  Ciğerinden yanası”
Mantar şapkalı
İkiyüz okkalı toprak beyi
Kırmızı çizmesi
Ve sığır derisi kırbacıyla
Anamın ilenci vuruşuyorlar

Ötelerde bir sarı sıcak
Tekmil güneş altında ova
Milas deyince varıp durmalı
Sodra üstünde bağdaş kurup
Elini soğuk suyla yumalı
Çanak gibi dümdüz çukur
Yanı başında Beçin Kalesi
Kızgın tülüler gibi
Apışıp durur

Beçin Kalesi dile gelse
Kimbilir neler anlatır

Taş taş üstüne koydular
Düzeltip düzgün ettiler
Nice ter akıtıp harca
Nice canlar yittiler

Vakit yoktu
Dövüşmekten
Ekip biçmeye

Kimler
kimler için dövüştüler
Kimler
Kimler için ölüştüler

Beçin Kalesi dile gelse
Kimbilir neler anlatır
Karakaya boğazında yoldan aşılır
Varman üstüme yaram deşilir
Bu ne iştir Emmioğlu
Koca kavakların altında
 Çocukluğum
İki katlı arabalar eğleşir

Akşam üzerleri
Bilmeden sevincinin nedenini
Öbek öbek atlılar merkepliler
Durmadan yüksek sesle
Gülüşüp anlatırlar

Nasıl geçti Pazar
Ne götürdü ne getirdi
Çoğunun
Aldığında usu
Sattığında değil

Yokuşu sardım gitti
Yaylaya vardım gitti
Kargıcak üstünden Katrancıya doğru
Küner çamları
Açılmış yağmurda
Şemsiyeler gibi

Alnıma koyup elimi
Labranda işte deyip, duruyorum
Üstünde yazılar bulunan serin taşlar
Renkleniyor
Yanan yüzüm

Karyalı gelinler ince belli
Keçi güdüp kıl eğirir
Günde on kez dolanıp dağları
Soğuk sular içip
Oğlan doğurur

Dağlar dolanmakla bitmez
Oğlan savaşlara yetmez
Oy Karyalı gelin
Söylemez mi dilin

Milas köyleri düz ayak değil
İçime yığılı durur yollar
Alıp başımı gidesim gelir
Fesleğen Yaylasından nar yeyip
Karacahisar halısına binesim gelir
Başımda bulutlardan bir sarık
Dur durak bilmeyen insanlara
Susuz kalmış derelere
Varasım gelir

MAKSUT DOĞAN
Milas-Ağaçlıhöyük doğumlu,
Köy Enstitülü Ozan

 xxx

DELİ HÜSEYİNLERİN TÜRKÜSÜ

Bir yanda Beçin Kalesi bir yanda
                Milas Ovası
Kaldırmış kuyruğunu koşuyor
                Hatçeler’in düvesi
Kışın yağmur yazın sıcak
                Bizim oraların havası
Sel bastı mıydı taşar Balavca Deresi

Sodra Dağı’nda Gümüşkesen
Nasıl yanmaz yari küsen
Ben yanıldım sen hoşgör
Canım ciğerim Hüsen

Bizim evdi şu gördüğün
Bir adı yeşil boyalı
İçi kilim halı döşeli
Ocağında alevi kütüğün

Ben Deli Hüseyinler’in torunu
Babam Urumeli’den gelme
Oraların yaşantısı dilinde
Düşman basmış yurdunu

O gün bu gün döner dünya küresi
Gene taşar mı Balavca Deresi
Şimdi ben kimim
Milas neresi

NAHİT ULVİ AKGÜN
Milas Doğumlu Ozan
               


TARİHTE, MİLAS’IN BOMBALANMASI

Emekli Komando Albay Mir’at Erdöl, Teğmen olarak, 2. Dünya savaşının başlamasıyla, 1939 yılında Güllük'e gelir. 2. Dünya savaşının sonuna kadar Güllük’te görev yapar. Emekli olduğunda ise, “Küçük Kitap(Türk-Yunan Dostluğu)” isimli kitapta anılarını yazar. Bu anıların içinde, Milas’ın bombalanması da vardır. İşte, birinci ağızdan, Milas’ın bombalanmasının öyküsü:
(..)
Bu sırada bir gün, bizim Kosta, küçük balıkçı motoru ile yine diri yılan balığı almaya gelmişti. Fakat bu kez, yüzü gülmüyor, heyecanlı konuşuyordu. Bize, “Siz benim dostumsunuz. Çok yardımlarınızı gördüm. Şimdi, duyduğum kötü bir haberi size söylemek istiyorum. “Sizi bu hafta içinde bombalayacaklar, tedbirli olmalısınız” dedi. Şaşırdık. Çünkü biz, İngilizlerle dost ve müttefik idik. Hatta Milas’ta hava meydanı yapmalarına da müsaade edilmişti. Öte yandan Almanlarla da dost idik. Kosta’nın sözüne inanıyordum. Fakat Kosta’ya, “Acaba bizi kim bombalayacak?” diye sordum. Kosta, üzgün ama hakiki bir dost sadakati ile sesini alçaltarak şöyle fısıldadı: “Bakınız, sizi, yani Milas’ı bu hafta içinde mutlaka bombalayacaklar. Fakat hangi gün ve kim bombalayacaktır, bilmiyorum” diye yanıt verdi.
Kosta’ya teşekkür ettim. Ayrıldık. Tabi bu haber her ihtimale karşı, hemen, sırasıyla üst makamlara bildirildi ve gerekli tedbirler alındı. Fakat aradan bir hafta geçtiği halde herhangi bir olay meydana gelmedi. Nihayet o haftanın sonunda, 21 Mart 1942, gece yarısına doğru bir Alman uçağı ile önce Küllük, makineli tüfek ateşine tutuldu ve uçak hemen Milas’a geçerek Milas’ı bombalamaya başladı. Tesadüfen ben o gece, nöbetçi idim. Karartma yapılmış olmasına rağmen, bombalar, az da olsa, hedefini buluyordu. Şimdi diyeceksiniz ki, “Gecenin karanlığında, bu uçağın Alman uçağı olduğunu nereden bildiniz?” Evet, biz henüz harbe girmemiştik ama harbin içersinde çalışıyorduk ve artık üzerimizden geçen tüm uçakların motor seslerinden onun Türk uçağı mı, İngiliz uçağı mı, Alman uçağı mı olduğunu anlar olmuştuk. 
Milas’a haber vermek için hemen telefona koştumsa da Milas’ta olan olmuştu. Çünkü mesafe çok kısa olduğundan uçak için bir an meselesi idi. Fakat ne gariptir ki, ertesi sabah Küllük’te makineli tüfek ateşlerinden yerlere saçılan boş kovanları topladığımda, boş kovanların diplerinde “W” ile başlayan yazılar gördük. Bunlar İngilizce yazılardı. Milas’ta da patlamayan bombaların üzerinde aynı yazılar vardı. Demek ki bizi, dost ve müttefikimiz bombalamıştı. Hem de sonradan öğrendik ki, Alman giysisi ile Almanca bilen pilotların kullandığı, esir alınmış bir Alman uçağı ile. Bunun politik nedenine girmek istemiyorum. Sonunda yanlışlık olduğu, Leros adası zannedilerek bombalandığı söylendi ve Milas’ta ölen ve evleri yıkılanlara tazminat ödediler. Olay da böyle kapandı. Fakat bu olaydan sonra, bize en üst makamlardan şöyle bir emir geldi: “Bundan sonra önceden bildirilmeyen, Türk uçağı dahi olsa, tüm uçakların milliyeti ne olursa olsun, ateş açılacak ve hiçbir yabancının enterne edilmek isteği ile kıyılarımıza çıkmalarına izin verilmeyecek. Israr eden olursa, ateş edilerek uzaklaştırılacaktır.”

Nevzat Çağlar Tüfekçi

29 Ekim 2016 Cumartesi

MİLAS KENT ARŞİVİ MÜZESİ!

Son zamanlarda Milas’ta güzel şeyler yaşanılmaya veya yapılmaya başlanıldı. Bu yapılan “güzel şeyler” kentin tarihine-kültürüne-ekonomik değerlerine sahip çıkma anlamında ve kent kültürüne zenginlik katacak türden şeyler! Kent Arşivi ve Müzesi de, bunlardan birisi…

Milas Belediyesi tarafından “Kent Arşivi ve Müzesi” oluşturma çalışmaları başlatıldı. Bu, Milas için çok önemli bir girişim. Son 200 yılın ürünleri bu müzede yer alacak, sergilenecek. Bu çalışmalara öncülük edense Ege Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Engin Berber. Prof. Berber, bu alanda tecrübeli ve birikimli bir isim. Daha önce, Ödemiş ve Kuşadası Kent Arşivi ve Müzelerini kurdu. Onların yöneticiliğini yaptı. Kendisini daha önceden tanımıştım. 1990’lı yıllarda Kemal Anadol’la birlikte Milas Belediyesini ziyaret etmiş ve şu anda askeri gazino olarak kullanılan eski askerlik şubesi binasının alt katındaki kapının üzerinde yer alan Rumca kitabenin tercümesini istemiştim kendisinden.

Prof. Engin Berber, müzenin oluşturulması ve bilgi-kaynak toplanması konusunda iyi bir yöntem izliyor. Kent yaşamındaki kişi ve kuruluş herkesle görüşüyor, herkesi bu sürece dahil etmeye çalışıyor. Önce bilgi toplamanın alt yapısını oluşturuyor, müzenin Milas için ne anlama geldiğini sabırla herkese anlatıyor; bu konuda herkesi dinlemeye çalışıyor. Doğru bir yöntem. “Hadi müzeyi kurduk, gelin bağış ve katkılarınızı bekliyoruz” demekle olmuyor bu iş. Aşağıdan/tabandan yukarı doğru, bir destek ve sahiplenme çalışması yapılıyor. Hiçbir şey tepeden uygulamalarla hayata geçmiyor. Önce bu konuda bir bilinç yaratmak sonra da uygulama aşamasına geçmek gerekiyor. Engin Hoca’nın yapmak istediği tam da bu. Doğru yöntem. Bir şeye doğru yöntemlerle başlamazsanız, o girişimin başarı şansı yoktur.

Kent Arşivi ve Müzesi olarak, restore edilen Çöllüoğlu Han’ı mekân olarak seçildi. Han çok yakında Milas’ın en hareketli yeri olacak. Milaslılar olarak, Belediye öncülüğünde yürütülen bu çalışmaya destek vermeli, elimizdeki geçmiş 200 yılı simgeleyen kitap-bilgi-giyim/kuşam, günlük yaşamda kullanılan malzemeler vb. bu müzeye verilmelidir. Evlerimizdeki her eşyanın mutlaka bizler için bir anı değeri vardır. Fakat müze ortamında sergilenen ve sahibinin adı yazan bir ürünü her ziyaretçinin görmesi, o eşyaya anlam ve ruh kazandırır, onu yaşatır. Sandıkların içinde veya dört duvar arasında hapis kalan anılı eşyalarımız sıkılıyor ve kendisi hakkında bir-kaç güzel söz söyleyecek kişinin özlemini duyuyorlardır belki de…

Bu çalışmalar sırasında, Prof. Berber’e, Milas Belediyesi KUDEB sorumlusu Arkeolog Ernur Öztekin yardımcı olmaktadır.

Milas sahip olduğu tarihi ve kültürel değerler bütünlüğü içinde, “Müzeler Kenti” olmayı hak eden bir kent. Milas’ta 5000 yıldan bu yana süzülüp gelen bir kültür harmanı var. Geçmişi yaşatmak, geleceğe sahip çıkmanın bir belirtisidir. Gelecek, geçmişin üzerinde kurulur. Nasıl bir ülkenin tarihi, o ülkenin geleceği için önemliyse aynı şey kentler için de geçerlidir. Modern zamanların teknolojisi, bizlere geçmişimizi unutturmamalı veya bazı değerlerimizi beynimizden söküp almamalı. Kültürel ve toplumsal değerlerimize her zaman sahip çıkmalıyız. Bu değerlerimize sahip çıkmak ta ancak böyle oluşumlar yaratmaktan geçiyor.


Milas Belediyesine ve Engin Berber Hoca’ya bu konuda destek vermeli, Milas Kent Arşivi ve Müzesinin en kısa sürede oluşmasına hep birlikte olanak yaratmalıyız. Bu, Milas için çok önemli… 

"Milas Kent Arşivi ve Müzesi"nin kurulmasına öncülük eden Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat, övgüyü ve kutlanılmayı hak ediyor...

Nevzat Çağlar Tüfekçi

ÜSTÜ - ALTI TARİH OLAN KENT; MYLASA / MİLAS

Milas, antik Mylasa’nın üzerine kurulmuştur. Milas’ın üstünü kazısanız, altından antik Mylasa çıkar.
Kent merkezinde bina temeli için nereye bir kazma vurulsa; kanalizasyon için nereye bir kepçe daldırılsa; orada mutlaka bir tarihi kalıntıya rastlanır.

İnşaat sahipleri, bu buluntulardan dolayı, müze tarafından işlerinin aksatılmaması için, bir gece içinde, göz açıp kapayıncaya kadar temel hafriyatını kepçelerle kamyonlara doldurur; moloz döküm yerlerine bırakırlardı.

Bu hafriyat döküm alanları adeta bir tarihi eserler mezarlığı gibiydi. Mermer sütunlar, mermer yapı taşları, parçalanmış heykeller ve daha niceleri…

Mylasa-Milas… Milas, 5 bin yıldır ismi değişmeyen ender Anadolu kentlerinden birisidir. Karya ve Menteşe Beyliğine başkentlik yapmıştır. Sırasıyla, Karya, Roma, Bizans, Selçuklu, Menteşe ve Osmanlı uygarlıklarını yaşamıştır…

Mylasa/Milas, uygarlıkların harman olduğu bir kent denilse, yeridir. Bu uygarlıklardan kalma pek çok tarihi eser bulunmaktadır bölgede. Halikarnasos’taki mausoleum’un bir minyatürü olarak inşa edilen Gümüşkesen mezar anıtı,  hamamlar, su kemerleri, kaleler, ören yerleri(27 antik kent), camiler, çeşmeler, hanlar, kral yolu vd.

 

Kentte, Rum ve Yahudi kültürünün izlerine de rastlamak mümkündür.

Milas’ın altı da tarih demiştik… Karya satrabı Hekatomnos’un mezarı kentin göbeğinde, Hisarbaşı Mahallesinde, 2400 yıl bir sır olarak toprağın altında kaldı. Üzerine evler yapılmıştı.

Bir yerel gazetecinin, Milas cezaevindeki definecilerden aldığı bilgi doğrultusunda, bunu gazetesinde haber yapmasıyla, uzun yıllardır burada yapılan kaçak kazının varlığı tespit edildi.

Yapılan kazılar sonucunda, buradaki son yüzyılın en önemlisi buluntusu olarak nitelendirilen bu tarihi varlık, gün yüzüne çıkarıldı. Bu anıtla, tarihi açıdan Milas’ın önemi daha da arttı.

Son iki yıldır Milas merkezde, arıtma tesisi bağlantılı altyapı çalışmaları devam ediyor. Bu çalışmalar sırasında, yer altındaki tarih, Mylasa’nın kalıntıları da ortaya çıkıyor. Kimi yerde mozaik, kimi yerde bir mabedin temel taşları vd. Tüm bu buluntuların, Milas Müze Müdürlüğü tarafından kaydı ve koruması yapılıyor.

Milas, bu zengin tarihi varlıklarıyla, kimlik bulmalı, kent bu özelliklerini koruyarak geliş(tiril)melidir… Tarih ve kültür turizmi meraklıları için Milas, önemli bir yer…

Milas turizmi, Bodrum’la birlikte ele alınmalı, yöredeki turizmin planlanılması buna göre yapılmalıdır.
Milas-Bodrum Havalimanına inen turist; deniz-kum-güneş ve eğlence için Bodrum’a giderken; tarih ve kültüre meraklı olanları ise Milas’a gelebilmelidir.

Milas yerel yöneticilerinin bu konuda yapacakları çok şey, gitmeleri gereken daha çok yol var. Milas, bu konumuyla, daha yolun başında bile değil.

Milas’a gelen turistin kalabileceği, yiyip-içebileceği mekânlar olmalı...

Turist, Milas’ta kalmaktan, konaklamaktan, gezmekten zevk almalı; bunun ortamı ve olanakları yaratılmalıdır.

Milas, tarih-kültür ve ekonomik potansiyelleri doğrultusunda bir kimliğin sahibi olarak; kentin geleceği bu değerlere uygun şekilde planlanılmalıdır…


Mylasa/Milas, günübirlik uğranılıp geçilen yer olmaktan kurtulmalıdır…

Nevzat Çağlar Tüfekçi

ÖYKÜ / BU ÇOCUKLAR DA ÇOK OLUYOR, YANİ!

Bazı şeyler almak için, mimarisiyle Orta Avrupa evlerini andıran ve Macar evleri olarak bilinen dizi evlerin yanındaki büyük markete girdim. Alacaklarımı, aldım. Çıkıştaki kasalardan birindeyim. Diğer kasada ise anne ile 6-7 yaşlarında kızı vardı. Aldıklarını kasiyer kızın önüne koydular. Küçük kız, kendisi için çikolata gibi çok sayıda tatlı yiyecekler seçmişti. Her çeşitten 2’şer-3’er tane almıştı. Kasiyer kız, bunları barkod makinesine okutacağı sırada, anne ile kızı tartışmaya başladı:
Anne: “Bu çikolata olmaz, bunlar çok. Hem bunlar sana zararlı!”
Kız nazlanmaya başladı; dudaklarını büzdü, yüzünü astı, boynunu büktü, kollarını göğsünde kenetledi;
-          “Anneee yaaa!”
Anne kızının boyun bükmesine, üzülmesine dayanamadı.
-          “Hadi madem bir tane olsun.”
Sıra başkasına geldi, anne yine olmaz dedi. Kız yine boynunu büktü, yüzünü astı, dudaklarını büzdü. Anne kızının üzülmesine yine dayanamadı.
-          “Hadi madem ondan da bir tane olsun,” dedi, kızını üzmemek için.
Küçük kızın seçtiklerinin hepsinde bu diyaloglar yaşandı, anne ile kızı arasında.
Küçük kız marketten alışveriş sepetine doldurduklarının hepsini annesine aldıramamıştı ama az da olsa hoşuna gidenlerden birer tanesi alınmıştı. Bu market ziyaretinden kârlıydı.
Aldıklarını, poşetlere koydular. Küçük kız marketten neşe içinde çıktı. Yüzü gülüyordu. Ellerinde alışveriş poşetleri, yan yana yürürlerken, annesine bakarak şöyle dedi;
-          “Bu çocuklar da çok oluyor, yaniii!”
Anne, kızına gülümseyerek baktı, bir şey demedi.
İçinden, “Seni gidi küçük cadı, seni! diye geçirdi.
Kasiyer kız, küçük kızın bu söylediklerini duymuştu. Gülümseyerek şöyle dedi:
-          “Şimdiki çocuklar başka, canım!”
Kız, oyun oynar gibi hopluyor zıplıyor; eteklerini savurarak, neşe içinde annesinin yanında, şehrin 'süs yolu' olarak bilinen bulvarına doğru yürüyordu…

Nevzat Çağlar Tüfekçi

18 Ekim 2016 Salı

DELİ HURİ...

Huri, Milas’ın ilginç tiplerinden birisiydi. Onu, Cumhuriyet Caddesinde, Kadıağa Caddesinde veya herhangi bir yerde avazı çıktığı kadar bağırırken duyardınız… O, birilerine bağırırken, etrafındaki insanlar onu ilgiyle seyrederler. Onu tanımayanlar, acaba bu kadın kime ve neden bağırıyor diye merak ederdi. Onun ağzından çıkan sözler ise öfke ve nefret doludur. Küfürlü sözlerdir, onlar. Onu tanıyanlar, onun kime niçin bağırdığını bilirler. Onu tanımayanlar ise onun bu canhıraş bağırmalarına, yerden taş alıp karşısındaki masum hedefinin üzerine fırlatmasına bir anlam veremezler. Huri’nin, sanki karşısında bir düşmanı varmış gibi yerden taş alıp fırlatması ise, bazen tehlikeli durumlar da yaratıyordu.

Ona “Deli Huri” de derler. İsmi belki Huriye ama kısaltılmışı olarak Huri derlerdi. Yaşlıca ve zayıf bir kadındı. Sol tarafına doğru kaykılarak dururdu. Yürürken sol tarafına doğru aksayarak yürürdü. Belki de sol ayağında aksama olduğu için böyleydi, bu. Başında, kirli, omuzlarından aşağıya beline doğru sarkan damalı basmadan başörtüsü olurdu hep. Sigarası ağzından hiç eksik olmazdı. O caddede gayet sakin yürürken birini gördüğü zaman hemen parlar, öfkelenir ve bağırmaya başlardı. Onun bu şekilde ani çıkışları, karşındakine bağırmaya başlaması, caddede yürüyenler arasında bir şaşkınlık dalgası yaratırdı.

Onun tepkisinin ve bağırmalarının sözleri şöyle olurdu: “Orospuuuu!, Kaltaaakkkkk!” Bu, onun hemcinslerine, kadınlara karşı kullandığı tepki sözleriydi. Onun erkeklere karşı bir tavrı, bağırması olmazdı. O bu tepkisini kadınlara karşı gösterirdi hep. Huri, caddede yürürken; güzel, makyajlı ve şık giyimli bir bayan gördüğü zaman, avazı çıktığı kadar bağırırdı: “Orospuuu!, Kaltaaakkkk!” Huri, ayakta durur, hafif soluna doğru yaslanarak, bu sözler ağzından ardı ardına dökülürdü onun. Huri bağırırken, onun bu haykırışları, Milas’ın bir başka yerinden rahatlıkla duyulurdu. Huri, o anda, yerde, bağırdığı kişiye fırlatacağı bir şey bulursa, onu alır var gücüyle, karşısındakinin üzerine doğru atardı. Attığı sert bir cisimse, o anda tehlikeli bir durum yaratırdı Huri…

Huri’nin bu bağırış-çığırışları uzun süre Milas cadde ve sokaklarında yankılandı. Huri’yi gören bayanlar onun hışmına uğramamak için ya hızlı hızlı yanından geçer ya da yolunu değiştirirdi. Güzel ve şık bir bayanın her zaman Huri’nin hışmına uğraması olasıydı. Bir bayanın onunla karşılaşması, bir tehlikeyle karşı karşıya gelmesi demekti. Tehlikeyi herhangi bir tepkiyle karşılaşmadan savuşturanlar, derin bir oh çekiyordu. Ben Huri’nin bu bağırışlarına hep Ziraat Bankasının önünde rastlardım. Huri, Bankanın önünde durur, karşısındakine doğru bağırırdı: “Orospuuuu!, Kaltaaakkkk!” Ziraat Bankasının önü, sanki onun saldırı üssüydü… Etrafta herkes toplanmış, tek kişilik bir tiyatro oyununu izler gibi onu izlerdi. Huri’nin tepkisini çeken o güzel ve şık giyimli bayanlar ise hiçbir şeyden habersiz onun etki alanında bulunuyorlardı…

“Deli Huri”, güzel bayanları görünce neden böyle davranıyor, neden onlara zarar verecek kadar bir tepkide bulunuyor, bunu kimse bilmiyor. O sadece, Milas’ın caddelerinde avazı çıktığı kadar bağıran, ağzından o küfürlü sözlerin çıktığı bir figürdür veya bir oyuncudur…   

Vaktiyle mutlu bir evliliği varken, bu evlilik mutsuzlukla, kötü bir olayla mı sonuçlanmıştı? Onun yuvası, bağırdığı güzel ve şık bayanların örneğindeki biri tarafından mı yıkılmıştı acaba? Bunları kimse bilmiyor. Bu tür soruları, Huri’nin bu davranışının nedeni ne olabilir diye, çoğaltmak mümkün… Huri’nin başından ne geçti, Huri nasıl bir travma yaşadı da Milas’ın caddelerindeki o şık giyimli, kibar ve güzel bayanlar farkında olmadan onun düşmanı ve hedefi olmuşlardı…

Huri, şimdi Milas’ta yok. Onun bir Huzurevine yerleştirildiği söylenildi. 

Hayatta mıdır, değil midir, bilinmiyor.

Milas, ilginç insan tiplerinin yer aldığı bir yer... Bu insan tipleri, bizim şehrimizin insan manzaralarıdır. Bu konuda, yazılacak/tasvir edilecek çok insanımız var. Aslında onlar; bizim toplumsal yaşam kültürümüzün birer parçası, yaşantımızın farklı renkleri ve desenleri…

Nevzat Çağlar Tüfekçi
nevcagtufekci@gmail.com


15 Ekim 2016 Cumartesi

DR. SEZAİ NAFİZ ÇOMO ANILARI: ALİ SAĞIROĞLU

DR. SEZAİ, DR. SERVET VE DR. HİLMİ’Yİ TANIRIM

Dr. Sezai, Dr. Servet ve Dr. Hilmi, üçü Arnavutluk’tan gelme. Onlar Arnavutluk Kralı Zogo’nun baskılarından kaçarak gelmişler buraya. Orada kalsalar, Kral Zogo bunları öldürecekmiş. Kaçmışlar oradan. Macar Evlerinden ikisi Dr. Servet ile Dr. Hilmi’nindi. Pehlivanoğlu Marketin yanında yurt olarak kullanılan binayı Toksarılar yaptırdı. Ortada, şimdi Halil Gümüşel’in oturduğu binayı Dr. Servet, onun yanındakini de Dr. Hilmi yaptırdı. Dr. Servet DP’liydi. Dr. Sezai Halk Partiliydi. Bu binaları Macar Ustaları yaptığı için bu evlerin adı “Macar Evleri” olarak kaldı. Dr. Servet belediye doktorluğu yaptı. Ben daha sonra belediye meclisi üyesi oldum. Birisi bana, bir fırıncının hamuru ayaklarıyla çiğnediğini söyledi. Ben de bunu Dr. Servet’e anlattım. Ne duruyoruz dedi, gidelim basalım dedi. O zaman burada Müfettiş Nazmi Efendi vardı, maliyeci. Biz üç kişi, bir sabah erkenden fırına gittik, adam ayaklarıyla hamuru çiğniyor. Dr. Servet, “Sen halkın sağlığı ile nasıl oynarsın?” diyerek adama iki tokat vurdu. Dr. Servet, iriyarı, cüsseli bir adamdı. Adam neye uğradığını şaşırdı. “Doktorum ne yapıyorsun sen, başına iş mi açıyorsun?” diyerek doktoru sakinleştirmeye çalıştım. Adam ağlamaya başladı. Fırını kapattık. Dr. Servet, Dr. Sezai vatanperver insanlardı. Sezai fakir-fukaranın parasına tamah etmeden, hastalarına gider gelirdi. Ama bazen de hataları olmuştur. Milliyetçiydi. Milas’ta, Halk Partisini ayakta tutan oydu. Osmanlının dağılma zamanı olan 1910’larda bunlar, Arnavutluk Kralı Ahmet Zogo’ya başkaldırmışlar, Enver Hocayla birlikte. Bunlar(Sezai-Servet-Hilmi) asılacaklarını hissedince, gece sandala binip denize açılmışlar. Yunanistan’a geçiyorlar. Oradan da Türkiye’ye geliyorlar. Buraya geliş nedenleri, burada Arnavut’un çok olmasıydı. Buraya geldiklerinde 22-23 yaşlarında olabilirler. Sezai ölünceye kadar burada yaşadı. Sabah kahvaltısında karpuz suyuyla çökelek yerdi. Yekta ve Berrin diye iki kızı vardı. Ben onlarla birlikte okudum. Onlar burada doğdu, ilk ve ortaokulu burada okudular. Yüksek tahsili Ankara’da yaptılar. Ankara’da evlendiler.

Dr. Servet bir süre sonra doktorluğu bıraktı, particilik yapmaya başladı.

MİLAS KIZILAY’IN BAŞKANLIĞINI YAPTIM

1957 yılında Kızılay başkanlığına seçildim. Kongrede çok büyük kalabalık vardı. Ben o yıllarda Türkiye çapında, Kırkpınar şeklinde güreş yaptırdım burada, Günlüklerin zeytinyağı fabrikasının arkasında. Orası o zaman meydanlıktı. Spor sahası olarak kullanılıyordu. Bu güreş Kızılay yararına olmuştu. Ondan sonra konser düzenledim. Bu şekilde Kızılay’a büyük gelirler sağladım. Yeni Sinemadaki Kızılay’ın kongresine, Dr. Sezai’yi de davet etmiştim. Kongrede, 400 üyenin çoğunluğu bulunuyordu. Ben faaliyet raporunu okuduktan sonra Dr. Sezai ayağa kalkarak, söz istedi. Dr. Sezai üyelere dönerek, “Sayın üyeler, izniniz olursa, sahneye çıkacağım ve sizlere bir-iki şey söyleyeceğim” dedi. Ben kendisine söz verdim. Sezai Doktor, sahneye çıkarak, “Sayın üyeler, burada şu kadar doktor, şu kadar eczacı var. Ben de dahil olmak üzere, Ali Sağıroğlu bizlere taş çıkarttı. Kızılay’ın 103 bin lira parası var. Kızılay o kadar fakir-fukaraya yardım etmesine rağmen kasasında o kadar para olması çok önemli. Ben dahil hiç kimse Kızılay’a bu kadar katkıda bulunamadık, enerjimizi ortaya koyamadık. Ali Sağıroğlu, Kızılay’a çok şey kazandırmıştır. Faaliyetleriyle, enerjisiyle biz doktor ve eczacıları utandırmıştır. Huzurlarınızda alnından öpmek istiyorum” dedi ve sahnede geldi, alnımdan öptü. Böyle olgun birisiydi. Hâlbuki ben Demokrat Partili, o koyu bir Halk Partiliydi. Ben o zaman hem il genel meclisi üyesiyim, hem de belediye meclisi üyesiyim. O zaman iki tarafta birden görev almak mümkün oluyordu. Ben o zaman partinin ikinci başkanıydım. İlçe başkanı Celal Kulalı’ydı. Ondan önce Avukat Hikmet Bilgin’di. Ondan önce Cemil Bey vardı.   

MİLAS’TA AHİLİK...

Ahilik,  esnaf ve sanatkârlar arasındaki bir örgütlenmeyi, esnaf ve sanatkârlar arasındaki dayanışmayı ifade eden bir kavramdır.  Ahilik, Anadolu’da 13 yy’da ortaya çıkmış, yeşermiş ve gelişmiştir. Ahiliğin kurucusu Ahi Evran, 1172-1262 yılları arasında yaşayan, esnaf ve bilge bir kişidir. Ahilik, zamanla bir yaşam biçimi ve felsefe haline gelmiştir. Ahilikte esas olan; müşteri memnuniyeti, müşteriye en iyi hizmetin ve en kaliteli ürünün sunulmasıdır.

Ahilik, sosyal ve kültürel temeller üzerine oturmuş, birbirlerine saygı ve sevgi duyan, her an yardıma hazır, işini kutsal sayan, din ve ahlak kurallarına uygun olarak davranan esnafların ve zanaatkârların örgütlenmesi olarak ortaya çıkar. Ahiler çatışmacı değil, dayanışmacı bir ruh yapısına sahiptirler. Zengin ile fakir, üretici ile tüketici, emek ile sermaye, halk ile devlet; kısaca toplumun tüm bireyleri arasında iyi ilişkiler kurarak, herkesin huzur içinde yaşamasını sağlamak; Ahi Birliklerinin başta gelen amacıdır. Ahilik güçlünün zayıfı ezmesine, haksız kazanç sağlanmasına şiddetle karşı çıkar. Ahilik, insanların birbirlerini kardeşçe sevmelerini savunan ve buna ortam hazırlayan köklü bir kuruluştur. Ahilikte temel ilke; iş hayatındaki beceri, sosyal yaşamdaki erdemliliktir.

Ahilik geleneği Anadolu topraklarında 700 yıldır hüküm sürmektedir. Bu gelenekte müşteri daima haklıdır. İşte bu kültürü yansıtan ve Denizli'nin Babadağ çarşısının kapısında yer alan bir yazıttaki dizeler:

Sevgi göster herkese ha!
Selamdan kaçınma sakın
İnsanları ayırma ha!
Herkese adil ver hakkın
Niyetin iyi olsun ha!
Herşeyin gerçeğini söyle
Hayırlıdan ayrılma ha!
İyi anlaş herkes ile
Etrafına dostluk saç ha!
Eser kalır sen gidersin
İyi belle unutma ha!
Önce hizmet sonra sensin.

Ticaretin ve ekonomik faaliyetlerin her zaman canlılığını koruduğu Milas’ta da tarihte önemli bir Ahilik örgütlenmesinin ve cemaatinin bulunduğuna tanık oluyoruz. Paul Wittek tarafından yazılan, “Menteşe Beyliği” isimli kitapta, Milas’ta Ahilik örgütlenmesinden söz edilmektedir.  Batı Anadolu’yu 1333 yılında dolaşan ünlü seyyah İbni Batuta, “Denizli’den Muğla’ya geçtik. (..) Sonra Rum diyarının en güzel şehirlerinden biri olup pek çok meyveleri, bahçeleri ve su arkları bulunan Milas şehrine yollandık. Ahi Cemaatinden bir azanın zaviyesine indik” diyor. 14. Yüzyılın son çeyreğinde, Milas’ta, Ahiliğin Nizamnamesi olan bir kitap, Yahya İbni Halil’in Fütüvvetnamesi yazılmıştır. (Fütüvvet: cömertlik, yiğitlik) Paul Wittek, kitabında, “İbni Batuta’nın Milas’ta misafir severliklerini gördüğü bir esnaf teşkilatına tabi olan kuvvetli bir işçi ve tüccar tabakası düşünebiliriz” diye bir yorumda bulunmayı da ihmal etmiyor. 

Nevzat Çağlar Tüfekçi
nevcagtufekci@gmail.com

14 Ekim 2016 Cuma

MİLAS'TAN DAVET VAR! ( Bu davet her zaman vardı ve hep geçerli... NÇT)


Milas'tan davet var
Tarihi, evleri ve halısıyla ünlü Milas, turizmde Bodrum'un gölgesinde kalmak istemiyor.
Uygarlıkların buluşma noktası Milas, Karya'ya ve Menteşe Beyliği'ne başkentlik yaptı. Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı derin izler bıraktı. Tarihi, halısı, eğitimli ve modern insanlarıyla turizmde artık Bodrum'un gölgesinde kalmak istemiyor.


Radikal, 29/09/2003
Celal Başlangıç
Gündüzün 'Bafa mavisi', gece ay ışığında gümüş bir tepsiye dönüşmüştü. Kıyısından geçenleri kiremitte kefalle keçi peyniri yemeye çağırıyordu Bafa Gölü. Zeytin ağaçlarının gökyüzüne bakan yaprakları mehtabın parlaklığını giyinmişti.
Ege topraklarından yalnız üzüm, incir, zeytin değil, geçmiş uygarlıklar, mitolojik öyküleri de fışkırır. İnsan ne zaman gece Bafa'nın kıyısından geçse karşıdaki Latmos yani Beşparmak Dağları'nın insanlara binlerce yıldır yaptığı tanıklığını anımsar. Latmos'un eteklerindeki Herakleia kenti Anadolu'da Hıristiyanlığın erken girdiği yerlerden biridir. Putperest Roma baskısından kurtulmak için Latmos'un doruklarına sığınmıştır
Herakleia'nın insanları.

Bafa'yı gümüş tepsiye dönüştüren ay ışığı aslında bir aşkın suya yansıyan yüzüdür. Latmos'taki çoban Endymion ile Ay tanrıçası Selene'nin aşkları binlerce yıldır anlatılmıştır. 

Issız Latmos Dağları'nda gündüzleri nağmesi kayadan kayaya yayılan kavalını üflerken, geceleri buram buram kekik ve ıhlamur kokan otların arasında uyurken çoban Endymion'u yalnızca Ay tanrıçası Selene görür. Endymion'un erkek güzelliğine âşık olmuştur Selene. Anlatılan o ki çoban ile tanrıçanın Latmos'un eteklerinde, Bafa Gölü'nün kıyısında yaşadıkları bu aşk herkesi büyülemiştir ve Zeus'un 'ölümsüz bir uykuya' yatırdığı çoban Endymion geceleri ay ışığı çıktığında uyanmakta ve tanrıça Selene ile hâlâ daha sevişmektedir.

Sevgilileri rahatsız etmeyin
O yüzden insan geceleri ay ışığında soluğunu tutar ve iki sevgiliyi rahatsız etmemek için sessizce geçer Bafa kıyısından. 

Söke Ovası'nı geçip, Bafa Gölü'nü aştın mı, Bodrum'a biraz daha yaklaştın demektir. Çünkü arada bir Milas kalmıştır. Ona da el sallayıp Bodrum'a varmak için basılır gaza. Ancak bu kez yolculuğun amacı Milas'a varmak. 

Yolculuk, postayla gelen bir zarfla başladı. 

İki kitap çıkmıştı zarfın içinden. Bir de mektup. Kitaplardan birinin adı 'Uygarlıkların Başkenti Mylasa ve Çevresi'ydi. Abuzer Kızıl yazmıştı. İkinci kitap da yardımcı doçent Doktor Melek Çolak'ın 'Milas Yahudileri' adını taşıyordu. Kitaplar Milas Belediyesi'nin ve Milas Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma-Tanıtma Vakfı'nın katkılarıyla basılmıştı. 

Milas Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Sorumlusu Nevzat Çağlar Tüfekçi kitaplarla gönderdiği mektubuna "Milas zengin tarihi ve kültürel birikime sahiptir" diye başlıyor: 
"En az 3 bin 500 yıllık bir geçmişi vardır. Tarihte Karya uygarlığına ve Menteşe Beyliği'ne başkentlik yapmıştır. Sırasıyla Karya, Roma, Bizans, Selçuklu, Menteşe Beyliği ve Osmanlı uygarlıklarını yaşamıştır. Milas'ta 27 antik kentin kalıntıları bulunmaktadır. İasos, Heraklein, Euruomos ve Labranda bugün gezilip görülebilecek olan ören yerleridir. İlk çağda Milas mermerleriyle ünlü bir kent. Şehrin pek yakınında olan Sadra Dağı'nda mermer ocaklarının bulunması Mylasa'nın çok sayıda mermerden mabetle donatılmasını sağlamıştır. Bir öyküye göre, nükteleri ile ünlü 'arpçı Stratonikos' kentte verdiği resitali açarken, şehirdeki tapınak sayısından etkilenerek, alışılagelmiş 'İnsanlara kulak ver' sözünü bir kenara bırakarak 'Tapınaklara kulak ver' demiş. Bu öykü bir başka şekilde şöyle anlatılır: Pazaryerine gelen bir çalgıcı 'Dinleyin ey halk!' diyeceği yerde 'Dinleyin ey mabetler!' demiş." 

Bafa Gölü'nü arkamızda bırakıp gecenin bir yarısı Milas'a girdiğimizde Nevzat Çağlar Tüfekçi bizi Ticaret Odası'nın lokalinde bekliyordu. Masada yerel 'Menteşe' gazetesinin sahibi Oktay Dizdar ile belediye basın bürosundan Gürsel Tekin de vardı. Tam karşımda oturanı bir yerlerden tanıyorduk ama nereden? 

Milaslı bir berberdi Halil Köse ve nereden tanıdığımızı anımsatınca bizi 19 yıl öncesine götürdü. 1984 yılında köyleri kömür havzasında kurulu olduğu için evleri ve arazileri kamulaştırılan Yatağan'ın Eskihisar ve Milas'ın Sek köylüleri Gökçeada'da iskâna gönderiliyordu. Yaklaşık 60 ailenin üç gün süren Gökçeada yolculuklarını izlemiştik bir gazeteci olarak. İşte Halil Köse de kendisine Gökçeada'da ev ve arazi verilen köylülerdendi. 

Öyküsünün devamını da bu gidişimizde öğrendik ki, bilinmeyen bir nedenden dolayı verilen ev ve arsa o daha içine yerleşme fırsatı bile bulamadan geri alınmıştı. Halil Köse hâlâ daha neden Gökçeada'daki evinin ve arazisinin geri alındığını öğrenmeye çalışıyor.



Macar mimarisi bile var
Ertesi gün Gürsel Tekin ile birlikte 'Milas turu'na başlıyoruz. Menteşe Beyliği'nden kalma camiler, medreseler, hamamlar, Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerini yansıtan kışları sıcak, yazları serin cumbalı ahşap Milas evlerini geziyoruz. Bir yapı ihtişamıyla dikkatimizi çekiyor. 'Macar evi' diyor Gürsel. Milas'ta bir süre Levantenler de yaşamış ve Orta Avrupa mimarisinin örneklerini ilçeye taşımışlar.
Gezi boyunca başka zenginliklerini de öğreniyoruz Milas'ın. Örneğin bir dönem Yahudilerin yanı sıra Rumlarla Ermeniler de yaşıyormuş. Yüzyılın başında Milas'ta sekiz bin Rum'un varlığı kayıtlara geçmiş. Yine Milas'ta 1950'li yıllara kadar bin nüfusluk bir Yahudi cemaati de varmış. Milaslı Yahudiler, İsrail devletinin kurulmasıyla ayrılmışlar buradan. 

Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal'ın 'Anadolu Uygarlıkları' adlı yapıtında ilk çağlardan beri ayakta kalabilen ve Kral Midas'ın mezarının bir benzeri olduğunu, Bodrum'daki Moseleum'un bir minyatürü olarak inşa edildiğini belirttiği Milas Gümüşkesen Anıtı'nın mermerleri, işlemesi, mimarisi görenleri büyülüyor.

Ancak daha çarpıcı olanı da anıtın karşısındaki Yahudi mezarlığının yerel yönetim tarafından koruma altına alınmış olması. Yahudilerin gitmesiyle çöplüğe dönüşen, taşları çalınan mezarlık şimdi geçmişte burada yaşayan farklı bir kültüre saygının anıtı gibi duruyor. 

Çift ağızlı bir balta deseninin bulunduğu 'Baltalı Kapı'ya, ilçenin beş kilometre güneyindeki Beçin Kalesi'ne, içindeki türbe ve medreseye gidince insan birkaç yüz metrede bir tarihin başka bir boyutuna geçmekten, bir uygarlıktan öbürüne koşmaktan yoruluyor. 

Nevzat Çağlar Tüfekçi geçmiş kültürlerin ve bir dönem bir arada yaşayan farklı etnik ve dinsel kökenli insanların Milas'a katkılarını anlatırken ilginç saptamalar yapıyor:

"Rumların ve Yahudilerin Milas'ın toplumsal yaşamında çok önemli katkıları vardır. Yerli halk bir bakıma sanatı, zanaati ve ticareti onlardan öğrendi. 

Yahudi aileler 1930'lu, 1940'lı yıllarda en iyi giysilerini giyerek Milas'ın Süsyolu'nda akşamları gruplar halinde ailece gezerdi. Onların bu davranışları yerli halka da örnek olmuş, Milaslılar da gruplar halinde ailecek şehir merkezindeki yolda akşamları gezmeye başlamışlardır. Milas'ta halen bu gelenek sürmektedir." 

Milas'ın CHP'li Belediye Başkanı Fevzi Topuz da kentteki tarihi dokunun korunmasına dönük bilincin belediye öncülüğünde geliştirmeyi amaçladıklarını belirtirken "Ancak bu bilinç istediğiniz hızda gelişmiyor. Çünkü nedense insanlar betonu çok seviyor" diyor. 

Milaslılar artık 'turizmin arka bahçesi' olmak, Bodrum'a geçilirken uzaktan şöyle bir el sallanan yerleşim durumuna düşmek istemiyorlar. Bazıları yok olmaya terk edilmiş tarihi yapıların bir an önce onarılmasını, tarihi ve kültürel zenginliklerinin artık tüm dünyanın farkına varmasını, 15 kilometre uzaklıktaki Bodrum-Milas Havaalanı'nın yalnızca 50 kilometre uzaklıktaki Bodrum'a bir geçiş yeri olarak kullanılmamasını istiyorlar. 

Eğer bir gece yolunuz Bafa Gölü'nün kıyısına düşerse ay ışığında sevişen çoban Endymion ile tanrıça Selene'yi rahatsız etmemek için sessiz olun ve biraz ileride binlerce yıllık tarihiyle Milas'ın sizi uygarlıkların buluştuğu noktada beklediğini unutmayın!