29 Kasım 2016 Salı

MİLAS ŞİİRLERİ...


NAHİT ULVİ AKGÜN
DELİ HÜSEYİNLERİN TÜRKÜSÜ
Bir yanda Beçin Kalesi bir yanda
Milas Ovası
Kaldırmış kuyruğunu koşuyor
Hatçe?lerin düvesi
Kışın yağmur yazın sıcak
Bizim oraların havası
Sel bastı mıydı taşar Balavca Deresi
Sodra Dağı?nda Gümüşkesen
Nasıl yanmaz yari küsen
Ben yanıldım sen hoşgör
Canım ciğerim Hüsen
Bizim evdi şu gördüğün
Bir adı yeşil boyalı
İçi kilim halı döşeli
Ocağında alevi kütüğün
Ben Deli Hüseyin?lerin torunu
Babam Urumeli?den gelme
Oraların yaşantısı dilinde
Düşman basmış yurdumu
O gün bugün döner dünya küresi
Gene taşar mı Balavca Deresi
Şimdi ben kimim
Milas neresi
HASAN DAĞI
Hasan Dağı?ndan doğan güneş
Gelir konakların camlarına vurur
Uzanır sonra rençper damlarına
Ahmet dayının dükkanında durur
Ahmet dayının boyalı şekerlerini
Bakırlarını sırçalarını işler
Geçer Nalbant Ali Ustanın oraya
O canım at nallarını gümüşler
Hasan Dağı?ndan doğan güneş
Gezinir eski bir askerin rafında
Tören kemerinde, kılıcında parlar
Kuş olur öter çarşı esnafında
Akşamla Sodra Dağı?nda yorgun argın
Ayşe?nin al yazması gibi düşer ovaya
Yanan uçları kararır usul usul
Gökyüzüne serpilir yıldız yıldız sonra
***
MAKSUT DOĞAN
MİLAS ŞİİRİ
Usumda kalan
Sisler dağılıyor
Bir bir çıkıyor düşlediklerim
Benim uzatan elini
Balavca deresinin tortularından
Anamın yürekten ilenci
?Naham yarabbi
Ciğerinden yanası?
Mantar şapkalı
İkiyüz okkalı toprak beyi
Kırmızı çizmesi
Ve sığır derisi kırbacıyla
Anamın ilenci vuruşuyorlar
Ötelerde bir sarı sıcak
Tekmil güneş altında ova
Milas deyince varıp durmalı
Sodra üstünde bağdaş kurup
Elini soğuk suyla yumalı
Çanak gibi dümdüz çukur
Yanı başında Beçin Kalesi
Kızgın tülüler gibi 
Apışıp durur
Beçin kalesi dile gelse
Kimbilir neler anlatır
Taş taş üstüne koydular
Düzeltip düzgün ettiler
Nice ter akıtıp harca
Nice canlar yittiler
Vakit yoktu 
Dövüşmekten
Ekip biçmeye
Kimler
Kimler için dövüştüler
Kimler
Kimler için ölüştüler
Beçin kalesi dile gelse
Kimbilir neler anlatır
Karakaya boğazında yoldan aşılır
Varman üstüme yaram deşilir
Bu ne iştir emmioğlu
Koca kavakların altında
Çocukluğum
İki katlı arabalar eğleşir
Akşamüzerleri
Bilmeden sevincinin nedenini
Öbek öbek atlılar merkepliler
Durmadan yüksek sesle
Gülüşüp anlatırlar
Nasıl geçti pazar
Ne götürdü
Ne getirdi
Çoğunun 
Aldığında usu
Sattığında değil
Yokuşu sardım gitti
Yaylaya vardım gitti
Kargıcak üstünden katrancıya doğru
Küner çamları
Açılmış yağmurda
Şemsiyeler gibi
Alnıma koyup elimi
Labranda işte deyip duruyorum
Üstünde yazılar bulunan serin taşlar
Renkleniyor
Yanan yüzüm
Karyalı gelinler ince belli
Keçi güdüp kıl eğirir
Günde on kez dolanıp dağları
Soğuk sular içip
Oğlan doğurur
Dağlar dolanmakla bitmez
Oğlan savaşlara yetmez
Oy Karyalı gelin
Söylemez mi dilin
Milas köyleri düzayak değil
İçime yığılı durur yollar
Alıp başımı gidesim gelir
Fesleğen yaylasından nar yeyip
Karacahisar halısına binesim gelir
Başımda bulutlardan bir sarık
Dur durak bilmeyen insanlara
Susuz kalmış derelere
Varasım gelir.
***
MUZAFFER KALE
OLDU
Havaya ve güneşe
Emanet ettim
Bizim ordaki hayatı.
Milas?tan geldim
Bu yine oldu. Diyarbakır?da
Yıldız doğuyordu
Bozkırın kucağına.
Bir günlük güneş aldım
Yanıma. Belki içinizden
Gülümseyenler çıkabilir diye.
Siirt?ten geldim. İçinden
Lise geçiriyorlardı. Upuzun
Bir şarap akıyordu. İnsanın
Belirsiz geleceğine.
İzmir?den geldim. İçinden Milas geçiyordu. Diyarbakır
Buluyordu ufalanmış Siirt?i.
Eğildim suya,
Dağ mahallesindeki evde büyüdü gözlerim.
Milas?ta.
O Ev Nerde Şimdi
Aradın mı bulamazsın zaten
Doğduğun evden eser yok
Kulağımın dibinde
Damarları atardı kuyuların
Doğduğum evden eser yok
Vadiye bakardı kapısı
Bacasıyla oynardı rüzgarda
Karaağaçların ortancası
Canımız da sıkılmamıştı
Güneşi dinlemeye çıkmıştık.
Fısıltıları döküldü
Aramızda tozların.
***
HÜSEYİN PEKER      
KAYA GÜVERCİNİ(*)
Patlıcanlı ada Milas?ta uyandım bir sabah
iki elim bir halıyı kucaklıyor
iki elim gemi suyunda
bir sevdiğim var Çomakdağ?dan
ağız yoklamayla aktardım kız tarafına
ince çalgıyla seslendiler, üç kez dikeldiğimde
birinci gün bayrak, ikinci gün dibek dedim
üçüncüde hamamda yıkandım şeker kırma günlerinde
duvak iki parçalıydı, hayat bozuk para
attılar üstüme, kol yenlerim iğne oyalı
dizdim askılı turaları gelinin üstüne
Eli koynunda uyandım bir sabah
ada Milas?ta cepkenimin kopçaları tutuşmuş
gelin zeytin döküyor üstüme, üç beş entariden
yan parçalarıyla sarıyor beni
çomakdağ?da bir kızıl tilkiyim dağ başına
içtiğim suyun bir ucu fitilli
Kışlaklarda uyandım bir sabah
çıngıllı Cafer desenleri sardım kilime
ben heybe örüyorum el dokumasından
namıma takılıyor Yörük efeler
kara çadırda bir hayat bilendi benim karşıma
ölüm yatağım, devirden sonra
kemik duasına çıkacağım bu kefeni giydiğimde
ada Milas?ta kaya güvercini dediler adıma
Çomaklı, bir tuhaf zeytin adı dostlar
bürümceğimde yüzü akmış gelinin
buruk tadını veriyor, çekirdeği attığında
ben ebegümeci yiyorum boyuna
su içiyorum zeytin kırık düşünde
güme adlı çukura doldurun beni
efe sayılmadığım günden beri
pirina niyetine yakın, gelin kaçtıysa bel kuşağından
yağlı güreştir bizim için, hayatın kalan sayfası
gönderin parçalarımı susuz derelere
(*) Bireylikler 10. Sayı(Eylül-Ekim 2006 Kayseri)
***
ALTAY ÖMER ERDOĞAN
İsli Lamba(*)
Kronik bir yalnızlığı paylaşıyoruz senle
İkindi gibi, akşam gibi Balavca?dan akıyor kuruyan yanlarımıza
İki ateşi birbirine dokundursak, tarih paslı bir ayna oluyor avuçlarımızda
Zoraki gülüşlerden bez bebekler yapıp avluya astığımız
Bir kasabayı uykularımıza bölüyoruz
Sanırım Edip Cansever de geçmişti
Geçmişti siyah önlüklü çocuklar
Karya derslerinin kara tahtasından
İstikbal madalyaları taşıyarak göğüslerinde
Bir isyana toz bulutları giydirip
Zeytuni dokunuşlar, orfoz kulaçlar eklemişlerdi mektuplarına
Zarfları açılma eğilimi taşımayan
Sonra leylekler, kırlangıçlar, som şaraplar sunmuşlardı
Tabakhane?den hayata kurulmuş bir köprüyken yalnızlık
Sen iki elinde gümüş manşetler, iki gözünde altın yaşlar
Tarih kasabın tezgâhından fırladın coğrafya terzisinin dükkânına
Işıksız gerçeklere şık bir taşralı gibi lacivert gecelere
Hayattan artan kırıntıların için şiir
Parlatılmayı bekleyen isli bir lambaydı
Arasta?dan ovaya, ovadan odaya düşmüş
Hangi şair eline alsa, dünyaya bir pencere açacaktı
Otelin açılmayan penceresinden uzun uzun bakıp
Gölgesini duvara teyelledikten sonra
Milas Arıcan otelinde bir isli lâmba
Edip Cansever görseydi
Kulaç atardı kalabalığa
(*) Şiir ilk kez bu kitapta yayınlanılmaktadır.
Kaynak: Edebiyatta Milas
***
HALİM ŞAFAK ŞANLIDAĞ
Çam ağaçları rüzgârda yerlere kadar eğilir
Bizden konuşurdu alçak sesle
Esentepe parkındayız
Arkadaş anılarıyla dolu akşam
Masalar da kaçardı tutmasam
Yalnızlıktan korkan tahta masalar
Çam ağaçları rüzgârda yerlere kadar eğilir
Bizden konuşurdu alçak sesle
Sandalyen boş kalırdı
Seni beklerdi konuşarak
Ben bir sigara yakardım
Bir sigara daha yakardım
Sen gelirdin Arnavut kaldırımlı sokaktan
Düşlerin her bir yerine bulaşmış acemi ömür
Arkandan iki bira getiren garson
Biz konuşmaya başlayınca televizyonun sesi kısılır
Ağaçlara adlarımızı kazırdı bildik bir ayrılık
Neydi bizim adlarımız şimdi çoktan unuttum
Hatırlasam havuzda balıklar oynaşırdı sevinçten
Ben ayrılıktan söz ettikçe kararırdı göğün yüzü
Esentepe parkı başlardı ağlamaya
Unutulmuş bir ömür silkinir
Uyanırdı uzun korkusundan
Omzuna düşerdi Esentepe parkı
Ben senden habersiz her gece
Ellerimi yıldızları tutacak kadar
Havaya kaldırırdım
İki elimde iki keskin bıçak
O saat oynak bir ceren başlardı dönmeye
Sen sandalyede olurdun
Arkadaş adlarını sayarak
Esentepe parkı susardı n?olduysa
Ben ellerini tutardım kan içinde
Saçlarını dağıtarak son duraklara
Düşerdi gömleğine bir çiçek
Atardım ömür denen şeyi hep ateşlerden
Ateşlere geçtim de hiç sesim çıkmadı
Gözleri akyarlara takılıp kalınca bahçıvanın
Kırmızı zambaklar toplardım nasılsa
Nasılsa birine vereceğim sevgilim senin olsun!
(Bireylikler, 1997, Ankara)
Kaynak: Edebiyatta Milas
konuşma/ma
tabakhanede bir kavak ağacı
beyaz badanalı taşlarla
çevrili her yanı
sandalyelere oturmuş
kim bilir kaç kişi
Nazmi yükselenden şarkılar
Dinliyor pencereleri
Kim bilir kimin ömrü
Uzuyor siyaha kesmiş
Bir anının ya da fotoğrafın
Yol bir köprüyle bağlı
Unuttuğu geçmişine
Yaşlı atlar geziniyor derenin
Ayakları bukağılı ve eski
Bir fayton çürükler içinde
Yıkılan kim bilir bu kaçıncı ev
Çiçekte portakal ağaçları sümbül teberler
Saksısında hazzetmiyor toprağından
Gidilsen de gidilmesen de milas
Sen ayrılık anlamına gelirsin daha çok
Yüzü eskimiş bir sokağın acılarının
İçinden dökülmüş yaprakları
Toplar iliştirirsen belki
Yaşa(ma)dıklarının kıyısına
Milas ilkgençliğimiz ürkek
Konuşmazlığımız ne kadar
Uzaksan o kadar yakın
(Bireylikler)
Kaynak: Edebiyatta Milas
Bahçe
Milas?ta eski bir sokak cumbalı
Evin karşısında gelip geçeni
izliyor yarı aralık gözlerinde
Pazar yeri dağınıklığı
Rum mahallesinde nilgünün ayakları
Suya değiyor teninde güz ergin
Yazlık sinemanın önünden uzayıp
Giden cadde hiçbir şey anımsamıyor
Teneke saksılarda yaşlı bir kadın
Gün geçiriyor esentepe parkının
Ortasında kurumuş havuz
Ben hiçbir kentte kalmayı öğrenemedim
Hangi kente gittiysem anılar geride kaldı
Baltalı kapıdan kim girdiyse içeri
Beni unuttu nasılsa
Herhangi bir kente giden yol ayrılık
Ne zaman yalnız kalmayı öğrendim
Ölüm hatırlattı durdu kendini
Milasta meyhaneler dolu bir arastada
Rakının bulanıklığını döküyor masanın
Suskunluğundan uzaklaştım usul usul
Köhne bir park dondurma bahçeleri süsü yolu
Sümbülteberler bir pencere camının önünde
Gemici fenerinin isli camına düşüyor bir kadının
Meme uçlarıyla oynadım milas
Ben sana çoktan uzaktan bakmayı öğrendim
Kararan gecenin pusunda soluğumu tutmasını bildim.
Milasta eski birkaç ev
Hepsi bahçe içinde
(Bireylikler)
Kaynak: Edebiyatta Milas
***
VİCDANİ
KOKU
Baltalıkapı?daki uzun burunlu köylüler
Yerin altındaki eski kentin
Kokusunu duyar.
KOKULU
Üstünü değiştiriyor nisan
Yıkılmış su kemerlerinin arkasında
Kokulu giysileri benim olsun.
KOKUDAN
Sen sen kokuyor
Bugün hava,
Ben öldüm.
PAY
Milas?ta Gümüşkesen?in üstünde
Oyalanır dolunay
Bizi birbirimize paylaştırır
Senin üstüne yazı yazdım
Çıplak dilimle
Harf harf,
Dilim bi? açıldı bi? açıldı.
KİMSEYE SÖYLEMİYORUZ
Aramızda kalıyoruz
Yerden patlıyor bahar
Birbirimizi geçiyoruz
Tatlı suyun tadından
İçimizden genişliyoruz
Gülhatmiler uzatmış
Süslü başlarını
Dosdoğru bize bakıyor
Çalıların arasından
Bütün bunları
Kimseye söylemiyoruz.
VİCDANİ

(Bireylikler, 27 Sayı, Temmuz-Ağustos 2009, kayseri)
Kaynak: Edebiyatta Milas, Halim Şafak Şanlıdağ, Milas Belediyesi yayını-15, 2. Baskı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder