9 Ocak 2017 Pazartesi

LAİKLİĞİ SAVUNMAK GEREKİR!

Sonda söyleyeceğimiz şeyi başta söyleyelim önce: “Laiklik artık yaşam tarzı değil, bizzat yaşamın ta kendisidir bu ülkede ve mesele yaşam tarzını savunmanın çok ötesine geçip yaşamı savunma noktasına kesin olarak gelmiş durumdadır.”

15 Temmuz, dini bir örgütün, iktidarı ele geçirmek için başka bir dini örgüte karşı gerçekleştirdiği bir kalkışmaydı, üstelik bu iki örgüt uzun yıllar koalisyon ortağı gibi hareket etmişler, dinsel bir rejim kurma projesini birlikte gerçekleştirmişlerdi. 15 Temmuz, siyasal İslam’ın Türkiye’yi nasıl hayati bir felakete sürüklediğinin en somut göstergesiydi, üzeri planlı programlı bir şekilde örtüldü.

Evet, 15 Temmuz sonrası Türkiye darbeye dair her şeyi konuştu ama konuşulması istenmeyen şey tam da buydu: Solla mücadele adına açılan kapılardan giren tarikatların, cemaatlerin devleti adım adım nasıl ele geçirdikleri, dinin siyasete nasıl sızdığı, toplumsal yaşamın nasıl dinselleştirildiği ve 15 Temmuz’un bunun sonucu olduğu gizlenmek, saklanmak istendi.

Toplumun öfkesi siyasal İslam’a ve dinselleşme politikalarına yönelmesin diye olağanüstü bir çaba gösterildi, her türlü tartışma ve değerlendirme bu bağlamdan koparılarak yapıldı, mevzu darbeciliğe, terörizme vs. indirgendi.

Ve şimdi, Reina katliamının ardından, bundan daha şiddetli, daha katmerli bir propaganda ile karşı karşıyayız. Tüm bu olup bitenin, siyasal İslam’la ve dinselleşme politikaları ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını ve laikliğe yönelik gerici saldırının bir parçasını olmadığını düşünmesi isteniyor toplumdan. “Laikliği savunmak gerekir” diyenler terörist, vatan haini, iç düşman, bölücü ilan ediliyor, “Mahallelerimize cihatçıları sokmayacağız” diyen gençler tutuklanıyor ve cezaevine konuluyor.

Oysa “radikal İslam” denilen şeyin “ılımlı İslam” bataklığında yetiştiği biliniyor. Müslüman Kardeşler’in Türkiye mümessilliğini üstlenenlerin, İhvan kuşakları rejiminin hamiliğine soyunanların, hilafet rüyası görenlerin, Suriye’de rejimi değiştirmeye kalkanların, sınırları cihatçılara açanların, yaralılarını hastanelerde tedavi edenlerin yarattığı bir canavar bu ve şimdi bir bumerang misali dönüp burayı vuruyor, bedelini ise bütün bir halk ödüyor.
IŞİD, siyasal İslam’ın Türkiye ajandasını bildiği için kendi açısından hep doğru yere saldırıyor; Suruç ve 10 Ekim’de olduğu gibi sosyalistleri, ilericileri katlediyor, Kürt düğünlerine saldırıyor, havalimanlarında dış hatları hedef alıyor, eğlence mekânlarında katliam yapıyor. Çünkü tüm bu hedeflerin dinselleştirme politikalarına maruz kalan bir toplumda alıcısının olduğunu görüyor, bu saldırıları memnuniyetle karşılayan ciddi bir toplamın şekillenmekte olduğunu biliyor.

Bu yüzden Noel Baba’nın kafasına silah dayandığı, gazete manşetlerinde “Kutlamayın” uyarılarının yapıldığı, Diyanet’in “gayrimeşru” hutbeleri okuttuğu bir ortamda, kadınlı erkekli eğlenen, içki içen, dans eden insanlara saldırıyor, yılbaşı kutlamalarını kana buluyor ve yanılmıyor. Çünkü sahiden de katliamı sevinçle karşılayan, destekleyen, “Oh olsun” diyen bir kesim, anında varlığını belli ediyor, anında ses veriyor ve buraya bakarak dinsel radikalleşmenin boyutlarının nereye vardığı ve nereye varacağı kolaylıkla görülebiliyor.

Peki, bu radikalleşmenin varacağı yere dair siyasette, medyada, siyasi partilerde, sivil toplum kuruluşlarında herhangi bir tartışma var mı? Radikal İslam’ı besleyip büyüten şeyin bizzat iktidar eliyle izlenen ve üstelik “Sistematik bir durum yok” denilerek inkâr edilen dinselleşme politikaları olduğu gerçeği konuşuluyor mu?

İlkokullardaki 15 Temmuz köşelerine “Zafer İslam”ındır yazılmasından tutun da, yandaş sendikanın “Din dersleri birinci sınıftan itibaren verilsin” önerilerine karşı gerçek, etkili, ısrarlı bir muhalif hat örülebiliyor mu, böyle bir niyet var mı?

Bunları konuşmaya, hem de acilen ve yüksek sesle konuşmaya cesaret edecek bir medya, bir sivil toplum, bir üniversite kalmadığı, bir avuç onurlu insanın da cezaevine konularak, işinden atılarak, tehdit edilerek susturulmaya çalışıldığı biliniyor. Türkiye kendi felaketine doğru koşarken, herkes sussun, kimse konuşmasın isteniyor. Bunları yapmaya niyeti olanlar güçsüz, dağınık, topluma ulaşmakta büyük zorluk çekiyorlar, seslerini yeterince duyuramıyorlar, seslenme kanallarını güçlendiremiyorlar, etkili bir özne olamıyorlar. Türkiye kendi felaketine koşarken söyledikleri dinlenmek, duyulmak istenmiyor.

Yine de her şey bitmiş değil, yine de “Yenildik, yapacak bir şey kalmadı” diyecek bir durumda değiliz. Laikliğin yaşam tarzının ötesinde bizzat yaşamın ta kendisi haline geldiği, laikliği ölmemek için savunmak zorunda olduğumuz zamanlardayız ve insanca bir yaşam isteyen, kendisinin ve çocuklarının geleceğinden endişelenen çok büyük bir toplam var bu ülkede. O toplama seslenecek kanalları bulmak zorundayız, üniversiteden, medyadan, sendikalardan cesur sesler yükselmeli, sesler birbirine eklenmeli, o toplam yan yana gelmeli. Başka bir çaremiz yok, buradayız. 

(Fatih Yaşlı, BiRGün, 08.01.2017 )


7 Ocak 2017 Cumartesi

YATAĞAN MADENDE, 16 SAATLİK İSG EĞİTİMİ! ÖNCE İNSAN...






Yatağan Termik Enerji Üretim AŞ'nin Maden işyerinde çalışan ve çok tehlikeli sınıfta yer alan açık ocak işçilerine, 2017 yılına ait 16 saatlik iş sağlığı ve güvenliği eğitimleri bugün tamamlanıldı.

Üç vardiya halinde çalışan açık ocak işçilerinin 16 saatlik İSG eğitimi, Perşembe günü başladı ve 3 günlük çalışma sonucunda bugün başarıyla sonuçlandırıldı.

Çalışanlar eğitimlerde anlatılan dersleri dikkatle dinledi, sorular sordular, anlatılanları özümsemeye çalıştılar.

16 saatlik eğitimler öncesinde çalışanlara isg bilgilerinin seviyesini ölçmek için öntest ve eğitim sonunda bitirme testleri uygulanıldı.

İlerleyen süreçte, sürekli eğitim uygulaması; tool-box(vardiya başı) ve yemek aralarında kısa kısa hatırlatma-pekiştirme ve bilgi tazeleme eğitimleri şeklinde devam edecek.

Sürekli/kesintisiz eğitimlerle amaçlanan; çalışanlarda iş sağlığı ve güvenliği kültürünün yaratılması ve bilincinin oluşturulmasıdır...

Her çalışanımız, bizim için en değerli varlıktır.

Amacımız;
Sıfır iş kazası,
Sıfır risk,
Sıfır tehlike,
Sıfır meslek hastalığı,
ve
Tam güvenli bir iş ortamıdır!

Eğitimler; Yatağan Termik Enerji Üretim AŞ'ye, İSG hizmeti sunan CEMRE OSGB'nin mensupları İşyeri Hekimi Dr. Serdar Özdoğan ve İş Güvenliği Uzmanları Nevzat Çağlar Tüfekçi ile Fatih Keçeli tarafından verildi.



6 Ocak 2017 Cuma

BİR BAŞKA YÜREKLE YAŞAMAK

BİR BİLİM İNSANININ YAŞAM ÖYKÜSÜ / 
YENİ BİR KALPLE YAŞAMA YENİDEN MERHABA DİYEBİLMEK!
Prof. Dr. Ayhan Çıkın’la, 2012 yılında, Muğla Üniversitesi Milas Meslek Yüksek Okulu’nda bu söyleşiyi gerçekleştirdik. Söyleşimiz parça parça ve O’nu yormadan, değişik zamanlarda gerçekleşti. Bu söyleşi sırasında akademik yaşamı, 2000 yılında kalp nakli olmadan önce ve sonraki yaşamı ile şair ve sanatçı kimliği üzerine konuştuk. Onunla söyleşi çok zevkli geçti ve öğretici oldu. Gerek akademisyen olarak gerekse kalp nakil öncesi ve sonrası yaşadıklarıyla; O’nun anlattıklarından, insanın etkilenmemesi mümkün değildi…

Ayhan Çıkın, bir tarım ekonomisi profesörü ve kooperatifçilik konusunda uzman bir kişi. Bu alanda, Türkiye’nin önemli isimlerinden... Mesleği ile ilgili çok sayıda esere imza attı, kooperatifçilikle ilgili saha araştırmalarına öncülük etti, pek çok bilimsel toplantının konuşmacısı ve yöneticisi oldu. Kooperatifçiliğin teorisinden daha çok pratiğiyle ilgili çalışmalar yaptı. Türkiye’de, kooperatifi, bir işletme felsefesi açısından inceleyen ilk kişilerden birisidir. O, ülke ekonomisinin altyapısını, tarım ve doğal kaynakların (madencilik vb…) oluşturduğunu; tarımını iyi yapılandıramayan ekonomilerin, diğer sektörlerinin de iyi çalışamayacağını savunmaktadır. Türkiye’nin, tarım ekonomisine ve kooperatifçiliğe önem vermesiyle kalkınacağına inanıyor…

O’nun kooperatifçiliğe olan aşkı, bir meşale gibi yanmaya devam ediyor ve çevresini aydınlatıyor. Emekli olmasına rağmen, kooperatifçilik ve tarım ekonomisiyle ilgili düzenlenen toplantılara katılıyor, düşüncelerini bıkmadan-usanmadan anlatmaya devam ediyor…  Sosyal medyada açtığı blog ve sayfalarda, görüşlerini yaymaya çalışıyor.

Ayhan Hoca, kooperatifçilik çalışmalarının yanısıra Ege Üniversitesi’nde yeni birimlerin kurulmasına öncülük etti, bazılarının da yöneticiliğini yaptı. Oluşumuna öncülük ettiği ve katkıda bulunduğu birimler şöyle: E.Ü. Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü, Ege Üniversitesi AB Dokümantasyon Merkezi, Ege Üniversitesi Tarımsal Uygulama ve Araştırma Merkezi, CBÜ Alaşehir MYO Tarımsal Kooperatifçilik programı...

O’na, on yıl kalp rahatsızlığı teşhisi konulamaz. Bu süre içinde krizler geçirir, bazen tesadüflerin yardımıyla hastaneye kaldırılır. O’nun ikinci yaşamı, kalp nakli olmasıyla, 2000 yılında başlıyor, yeni ve genç bir kalple tekrar doğuyor. O yıllarda kalp nakilleri daha yeni yeni başlamış, organ bağışı konusunda henüz yeterli bilinç oluşmamıştı… Ayhan Hoca, artık kendi kalbinin tükenme noktasına geldiği anda çok ümitsizdir; yeni bir kalp bulunacak mı, bulunan kalp ilerleyen yaşına rağmen vücuduna uyum sağlayacak mıdır? Düşünceleri, duyguları karmakarışıktır. Rüyalarında öbür dünyaya gidip gelmektedir. O anda ölümle yaşam arasındaki ince çizgide durmaktadır. Ya kalp bulunacak, vücuda uyum sağlayacak ya da yaşamı sona erecektir… Ayrıca bulunan kalbin ona değil de genç birisine takılması tartışması olur ameliyat doktorları arasında…  “Ne olursa olsun bu kalbi Ayhan Hoca’da deneyeceğizdiyen ve kalp naklini gerçekleştiren Prof. Dr. Mustafa Özbaran’ın deyimiyle, Topluma tüm beynini, her şeyini adamış bir insana, toplumun bir hediyesidir o kalp...”

Ve Ayhan Hocanın, ikinci yaşamı bu sayede başlar…

Ayhan Hoca, gençliğinde şiirler yazar ve gelecek vaat eden şairler arasında gösterilir. Fakat o, akademisyenliği seçer… Gene şiirler yazmaya devam eder; kendisini, düşüncelerini şiirlerle ifade etmeye çalışır. Ümitsiz ve çaresiz hasta yatağında yeni bir kalp beklerken, yazdığı şiirlerin kitap halinde kendisine verilmesi; onu tekrar yaşama bağlar… Bir anlamda hasta yatağında ona tekrar yaşama arzusu veren şey; şiirin ve sanatın gücü, büyüsüdür… Şair Ayhan Çıkın, şiirin kendisi için önemini şöyle vurgular: “Şiir çok sevindiğiniz, çok üzüldüğünüz anda attığınız bir çığlıktır. O, çığlıkla birlikte sizi hayata bağlayacaktır.  O çığlığı atmazsanız, hayattan kopacaksınız örneğin. Attığın o çığlık bir yerlere yapışıyor. O yapışınca, siz de onunla birlikte yaşama bağlanıyorsunuz. Ben bunu kendimde hissettim hep.”

Akademisyen-Şair Ayhan Çıkın’ın yaşamından herkesin kendine göre çıkaracağı önemli dersler bulunmaktadır. O’na yeni kalbiyle uzun ve sağlıklı bir yaşam diliyorum… “Bir Başka Yürekle Yaşamak”; başka yaşamların devam etmesinde, organ bağışının ne kadar önemli olduğunu da gözler önüne seriyor ve bunu insani bir görev olarak bizlerin önüne koyuyor…




Kitap   Hakkında Bilgiler:
Yayınlayan: Milas Belediyesi
Yayın No: 31
Tür: Nehir Söyleşi
Söyleşi: Nevzat Çağlar Tüfekçi
Sayfa: 368
ISBN: 978-605-84072-8-2
Kitap isteme: Milas Belediyesi Özel Kalem Müdürlüğü,

Tel: 0.252.5121025/512 14 16, e-mail: info@milas.bel.tr

4 Aralık 2016 Pazar

GÜLE GÜLE KAYMAKAM BEY!..

(İZ BIRAKARAK, GİDENLER!)
Bundan 3 sene önce Rize Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve Zümrüt Rize Gazetesinin sahibi Faik Bakoğlu aradı ve “sizin oraya Kaymakam olarak iyi birisi geliyor” dedi. Sözünü ettiği kişi, Rize vali yardımcılığı görevinde bulunan Fuat Gürel’di… Kendisi Milas’a gelmeden önce; övgüsü ve hakkındaki olumlu düşünceler gelmişti! Kaymakam Bey, Rize’den sonra, Manisa- Ahmetli’ye gitmiş, oradan da Milas’a(Ağustos 2013) geliyordu…

İlçe halkının, Oda ve STK’larının yeni gelen Mülki yöneticiden beklentileri vardır… İlçenin ekonomik ve kültürel potansiyelleri doğrultusunda, Kaymakamlığın kurumsal önderliğinin hayata geçirilmesi ve ilçe için atılım(lar)da bulunulmasıdır; bu… Kaymakamlık ve yerel yönetim ile Odaların elele vermesiyle; ilçede güzel şeylerin yapılacağı düşüncesi öne çıkar, kent ve ilçe sakinlerinin kafasında… Mülki yönetimin “kurumsal önderliği”nin; yerel ölçekte, önemi çok büyüktür…

Bir mülki yönetici, geldiği yerin potansiyellerini değerlendirir önce ve sonra, orada ne/nelerin yapılması gerektiğine karar verir… Kendisiyle yaptığım röportajda, böyle diyordu Kaymakam Bey. Orada, bazı şeyleri yapmak için istekli ve öneri geliştiren yerel yönetim, Odalar ve kanaat önderleri varsa; o zaman bu işbirliği olanakları daha güçlü hale geliyor ve o şeylerin yapılması, başarı kazanması da o oranda kolaylaşıyor!..

Kaymakam Bey, Milas’ta göreve başladığında, onun önüne ilk olarak ,“Zeytin Hasat Şenliği”nin yapılması öneri ve düşüncesi konuldu. Çünkü Milas için, memecik zeytini ve yağı, çok önemli bir potansiyel ve geçim kaynağıydı ama sektörde hak ettiği yerde değildi. Bu konuyla ilgili toplantılar yapılıyor ama bir türlü sonuç alınamıyordu. Memecik zeytininden elde edilen zeytinyağı, polifenol yönünden çok zengindi, ilaç gibi bir yağdı. Bir de Milas zeytinyağının geçmişten gelen kötü bir imajı vardı; rafinerilik ve dökme olarak nitelendiriliyordu, yemeklik yağ olarak kabul edilmiyordu. 

Ali Osman Menteşe gibi aydın zeytin üreticileri, belli ölçülerde bu imajı yıktı ama bu uğurda alınacak çok yol, tanıtıma ve markalaşmaya ihtiyaç vardı. Kaymakam Fuat Gürel’in öncülüğünde düzenlenen 3 şenlik ile Milas zeytin ve zeytinyağının iyi imajının yaratılması konusunda epey mesafe alındığını düşünenlerdenim.

Bu şenliklerle; Milaslı üreticiler açısından kaliteli zeytinyağı üretmenin önemi ve markalaşmanın ne kadar gerekli olduğu düşüncesi, herkesin zihnine yerleşti. Basın da, bu şenliklere büyük ilgi gösterdi. Milas’ın ve memecik zeytinyağımızın tanınmasında etkili oldu.

Her mülki yönetici, görev yaptığı kısa süre içinde iz bırakan çalışmalar yapabilmeli… Çalışmalarıyla, Milas’ta olumlu işler yapan Kaymakamlar olmuştur. Örneğin Hayati Soylu, Süt Birliğini kurdu; Osman Badraslı, öğrenci yurdu inşa ettirdi; Hulusi Doğan, Çomakdağ yöresinde kültür turizmini geliştirdi; M. Bahattin Atçı, hükümet binasını genişletti… Benim hatırlayabildiklerim bunlar… Zeytin hasat şenlikleri de, Milas’ın ekonomik yaşamının gelişmesi için önemli bir etkinlikti… Bunu da Kaymakam Fuat Gürel sağladı. Ayrıca “Gökçeler İncirliin” mağarasının turizme kazandırılması için önemli çalışmalar yaptı!

Kaymakam Bey’in Ankara-Etimesgut’a(Kasım 2016) tayini çıktı. Keşke 5-6 yıl burada olabilseydi… O, hizmet çıtasını yükseltti ve Kaymakamlık-Belediye-Odalar-Halk elele verirse çok güzel şeylerin yapılabileciğinin güzel ve somut örneklerini ortaya koydu…

Kaymakam Bey, sizi unutmayacağız hiç! Hizmetlerinizle, hep hatırlanacaksınız! İz bırakıp, gidiyorsunuz... Gittiğiniz yerde de, güzel işlere imza atacağınıza inanıyorum…

Güle güle Kaymakam Bey...

Nevzat Çağlar Tüfekçi
(e-mail: nctmilas@gmail.com)









29 Kasım 2016 Salı

MİLAS ŞİİRLERİ...


NAHİT ULVİ AKGÜN
DELİ HÜSEYİNLERİN TÜRKÜSÜ
Bir yanda Beçin Kalesi bir yanda
Milas Ovası
Kaldırmış kuyruğunu koşuyor
Hatçe?lerin düvesi
Kışın yağmur yazın sıcak
Bizim oraların havası
Sel bastı mıydı taşar Balavca Deresi
Sodra Dağı?nda Gümüşkesen
Nasıl yanmaz yari küsen
Ben yanıldım sen hoşgör
Canım ciğerim Hüsen
Bizim evdi şu gördüğün
Bir adı yeşil boyalı
İçi kilim halı döşeli
Ocağında alevi kütüğün
Ben Deli Hüseyin?lerin torunu
Babam Urumeli?den gelme
Oraların yaşantısı dilinde
Düşman basmış yurdumu
O gün bugün döner dünya küresi
Gene taşar mı Balavca Deresi
Şimdi ben kimim
Milas neresi
HASAN DAĞI
Hasan Dağı?ndan doğan güneş
Gelir konakların camlarına vurur
Uzanır sonra rençper damlarına
Ahmet dayının dükkanında durur
Ahmet dayının boyalı şekerlerini
Bakırlarını sırçalarını işler
Geçer Nalbant Ali Ustanın oraya
O canım at nallarını gümüşler
Hasan Dağı?ndan doğan güneş
Gezinir eski bir askerin rafında
Tören kemerinde, kılıcında parlar
Kuş olur öter çarşı esnafında
Akşamla Sodra Dağı?nda yorgun argın
Ayşe?nin al yazması gibi düşer ovaya
Yanan uçları kararır usul usul
Gökyüzüne serpilir yıldız yıldız sonra
***
MAKSUT DOĞAN
MİLAS ŞİİRİ
Usumda kalan
Sisler dağılıyor
Bir bir çıkıyor düşlediklerim
Benim uzatan elini
Balavca deresinin tortularından
Anamın yürekten ilenci
?Naham yarabbi
Ciğerinden yanası?
Mantar şapkalı
İkiyüz okkalı toprak beyi
Kırmızı çizmesi
Ve sığır derisi kırbacıyla
Anamın ilenci vuruşuyorlar
Ötelerde bir sarı sıcak
Tekmil güneş altında ova
Milas deyince varıp durmalı
Sodra üstünde bağdaş kurup
Elini soğuk suyla yumalı
Çanak gibi dümdüz çukur
Yanı başında Beçin Kalesi
Kızgın tülüler gibi 
Apışıp durur
Beçin kalesi dile gelse
Kimbilir neler anlatır
Taş taş üstüne koydular
Düzeltip düzgün ettiler
Nice ter akıtıp harca
Nice canlar yittiler
Vakit yoktu 
Dövüşmekten
Ekip biçmeye
Kimler
Kimler için dövüştüler
Kimler
Kimler için ölüştüler
Beçin kalesi dile gelse
Kimbilir neler anlatır
Karakaya boğazında yoldan aşılır
Varman üstüme yaram deşilir
Bu ne iştir emmioğlu
Koca kavakların altında
Çocukluğum
İki katlı arabalar eğleşir
Akşamüzerleri
Bilmeden sevincinin nedenini
Öbek öbek atlılar merkepliler
Durmadan yüksek sesle
Gülüşüp anlatırlar
Nasıl geçti pazar
Ne götürdü
Ne getirdi
Çoğunun 
Aldığında usu
Sattığında değil
Yokuşu sardım gitti
Yaylaya vardım gitti
Kargıcak üstünden katrancıya doğru
Küner çamları
Açılmış yağmurda
Şemsiyeler gibi
Alnıma koyup elimi
Labranda işte deyip duruyorum
Üstünde yazılar bulunan serin taşlar
Renkleniyor
Yanan yüzüm
Karyalı gelinler ince belli
Keçi güdüp kıl eğirir
Günde on kez dolanıp dağları
Soğuk sular içip
Oğlan doğurur
Dağlar dolanmakla bitmez
Oğlan savaşlara yetmez
Oy Karyalı gelin
Söylemez mi dilin
Milas köyleri düzayak değil
İçime yığılı durur yollar
Alıp başımı gidesim gelir
Fesleğen yaylasından nar yeyip
Karacahisar halısına binesim gelir
Başımda bulutlardan bir sarık
Dur durak bilmeyen insanlara
Susuz kalmış derelere
Varasım gelir.
***
MUZAFFER KALE
OLDU
Havaya ve güneşe
Emanet ettim
Bizim ordaki hayatı.
Milas?tan geldim
Bu yine oldu. Diyarbakır?da
Yıldız doğuyordu
Bozkırın kucağına.
Bir günlük güneş aldım
Yanıma. Belki içinizden
Gülümseyenler çıkabilir diye.
Siirt?ten geldim. İçinden
Lise geçiriyorlardı. Upuzun
Bir şarap akıyordu. İnsanın
Belirsiz geleceğine.
İzmir?den geldim. İçinden Milas geçiyordu. Diyarbakır
Buluyordu ufalanmış Siirt?i.
Eğildim suya,
Dağ mahallesindeki evde büyüdü gözlerim.
Milas?ta.
O Ev Nerde Şimdi
Aradın mı bulamazsın zaten
Doğduğun evden eser yok
Kulağımın dibinde
Damarları atardı kuyuların
Doğduğum evden eser yok
Vadiye bakardı kapısı
Bacasıyla oynardı rüzgarda
Karaağaçların ortancası
Canımız da sıkılmamıştı
Güneşi dinlemeye çıkmıştık.
Fısıltıları döküldü
Aramızda tozların.
***
HÜSEYİN PEKER      
KAYA GÜVERCİNİ(*)
Patlıcanlı ada Milas?ta uyandım bir sabah
iki elim bir halıyı kucaklıyor
iki elim gemi suyunda
bir sevdiğim var Çomakdağ?dan
ağız yoklamayla aktardım kız tarafına
ince çalgıyla seslendiler, üç kez dikeldiğimde
birinci gün bayrak, ikinci gün dibek dedim
üçüncüde hamamda yıkandım şeker kırma günlerinde
duvak iki parçalıydı, hayat bozuk para
attılar üstüme, kol yenlerim iğne oyalı
dizdim askılı turaları gelinin üstüne
Eli koynunda uyandım bir sabah
ada Milas?ta cepkenimin kopçaları tutuşmuş
gelin zeytin döküyor üstüme, üç beş entariden
yan parçalarıyla sarıyor beni
çomakdağ?da bir kızıl tilkiyim dağ başına
içtiğim suyun bir ucu fitilli
Kışlaklarda uyandım bir sabah
çıngıllı Cafer desenleri sardım kilime
ben heybe örüyorum el dokumasından
namıma takılıyor Yörük efeler
kara çadırda bir hayat bilendi benim karşıma
ölüm yatağım, devirden sonra
kemik duasına çıkacağım bu kefeni giydiğimde
ada Milas?ta kaya güvercini dediler adıma
Çomaklı, bir tuhaf zeytin adı dostlar
bürümceğimde yüzü akmış gelinin
buruk tadını veriyor, çekirdeği attığında
ben ebegümeci yiyorum boyuna
su içiyorum zeytin kırık düşünde
güme adlı çukura doldurun beni
efe sayılmadığım günden beri
pirina niyetine yakın, gelin kaçtıysa bel kuşağından
yağlı güreştir bizim için, hayatın kalan sayfası
gönderin parçalarımı susuz derelere
(*) Bireylikler 10. Sayı(Eylül-Ekim 2006 Kayseri)
***
ALTAY ÖMER ERDOĞAN
İsli Lamba(*)
Kronik bir yalnızlığı paylaşıyoruz senle
İkindi gibi, akşam gibi Balavca?dan akıyor kuruyan yanlarımıza
İki ateşi birbirine dokundursak, tarih paslı bir ayna oluyor avuçlarımızda
Zoraki gülüşlerden bez bebekler yapıp avluya astığımız
Bir kasabayı uykularımıza bölüyoruz
Sanırım Edip Cansever de geçmişti
Geçmişti siyah önlüklü çocuklar
Karya derslerinin kara tahtasından
İstikbal madalyaları taşıyarak göğüslerinde
Bir isyana toz bulutları giydirip
Zeytuni dokunuşlar, orfoz kulaçlar eklemişlerdi mektuplarına
Zarfları açılma eğilimi taşımayan
Sonra leylekler, kırlangıçlar, som şaraplar sunmuşlardı
Tabakhane?den hayata kurulmuş bir köprüyken yalnızlık
Sen iki elinde gümüş manşetler, iki gözünde altın yaşlar
Tarih kasabın tezgâhından fırladın coğrafya terzisinin dükkânına
Işıksız gerçeklere şık bir taşralı gibi lacivert gecelere
Hayattan artan kırıntıların için şiir
Parlatılmayı bekleyen isli bir lambaydı
Arasta?dan ovaya, ovadan odaya düşmüş
Hangi şair eline alsa, dünyaya bir pencere açacaktı
Otelin açılmayan penceresinden uzun uzun bakıp
Gölgesini duvara teyelledikten sonra
Milas Arıcan otelinde bir isli lâmba
Edip Cansever görseydi
Kulaç atardı kalabalığa
(*) Şiir ilk kez bu kitapta yayınlanılmaktadır.
Kaynak: Edebiyatta Milas
***
HALİM ŞAFAK ŞANLIDAĞ
Çam ağaçları rüzgârda yerlere kadar eğilir
Bizden konuşurdu alçak sesle
Esentepe parkındayız
Arkadaş anılarıyla dolu akşam
Masalar da kaçardı tutmasam
Yalnızlıktan korkan tahta masalar
Çam ağaçları rüzgârda yerlere kadar eğilir
Bizden konuşurdu alçak sesle
Sandalyen boş kalırdı
Seni beklerdi konuşarak
Ben bir sigara yakardım
Bir sigara daha yakardım
Sen gelirdin Arnavut kaldırımlı sokaktan
Düşlerin her bir yerine bulaşmış acemi ömür
Arkandan iki bira getiren garson
Biz konuşmaya başlayınca televizyonun sesi kısılır
Ağaçlara adlarımızı kazırdı bildik bir ayrılık
Neydi bizim adlarımız şimdi çoktan unuttum
Hatırlasam havuzda balıklar oynaşırdı sevinçten
Ben ayrılıktan söz ettikçe kararırdı göğün yüzü
Esentepe parkı başlardı ağlamaya
Unutulmuş bir ömür silkinir
Uyanırdı uzun korkusundan
Omzuna düşerdi Esentepe parkı
Ben senden habersiz her gece
Ellerimi yıldızları tutacak kadar
Havaya kaldırırdım
İki elimde iki keskin bıçak
O saat oynak bir ceren başlardı dönmeye
Sen sandalyede olurdun
Arkadaş adlarını sayarak
Esentepe parkı susardı n?olduysa
Ben ellerini tutardım kan içinde
Saçlarını dağıtarak son duraklara
Düşerdi gömleğine bir çiçek
Atardım ömür denen şeyi hep ateşlerden
Ateşlere geçtim de hiç sesim çıkmadı
Gözleri akyarlara takılıp kalınca bahçıvanın
Kırmızı zambaklar toplardım nasılsa
Nasılsa birine vereceğim sevgilim senin olsun!
(Bireylikler, 1997, Ankara)
Kaynak: Edebiyatta Milas
konuşma/ma
tabakhanede bir kavak ağacı
beyaz badanalı taşlarla
çevrili her yanı
sandalyelere oturmuş
kim bilir kaç kişi
Nazmi yükselenden şarkılar
Dinliyor pencereleri
Kim bilir kimin ömrü
Uzuyor siyaha kesmiş
Bir anının ya da fotoğrafın
Yol bir köprüyle bağlı
Unuttuğu geçmişine
Yaşlı atlar geziniyor derenin
Ayakları bukağılı ve eski
Bir fayton çürükler içinde
Yıkılan kim bilir bu kaçıncı ev
Çiçekte portakal ağaçları sümbül teberler
Saksısında hazzetmiyor toprağından
Gidilsen de gidilmesen de milas
Sen ayrılık anlamına gelirsin daha çok
Yüzü eskimiş bir sokağın acılarının
İçinden dökülmüş yaprakları
Toplar iliştirirsen belki
Yaşa(ma)dıklarının kıyısına
Milas ilkgençliğimiz ürkek
Konuşmazlığımız ne kadar
Uzaksan o kadar yakın
(Bireylikler)
Kaynak: Edebiyatta Milas
Bahçe
Milas?ta eski bir sokak cumbalı
Evin karşısında gelip geçeni
izliyor yarı aralık gözlerinde
Pazar yeri dağınıklığı
Rum mahallesinde nilgünün ayakları
Suya değiyor teninde güz ergin
Yazlık sinemanın önünden uzayıp
Giden cadde hiçbir şey anımsamıyor
Teneke saksılarda yaşlı bir kadın
Gün geçiriyor esentepe parkının
Ortasında kurumuş havuz
Ben hiçbir kentte kalmayı öğrenemedim
Hangi kente gittiysem anılar geride kaldı
Baltalı kapıdan kim girdiyse içeri
Beni unuttu nasılsa
Herhangi bir kente giden yol ayrılık
Ne zaman yalnız kalmayı öğrendim
Ölüm hatırlattı durdu kendini
Milasta meyhaneler dolu bir arastada
Rakının bulanıklığını döküyor masanın
Suskunluğundan uzaklaştım usul usul
Köhne bir park dondurma bahçeleri süsü yolu
Sümbülteberler bir pencere camının önünde
Gemici fenerinin isli camına düşüyor bir kadının
Meme uçlarıyla oynadım milas
Ben sana çoktan uzaktan bakmayı öğrendim
Kararan gecenin pusunda soluğumu tutmasını bildim.
Milasta eski birkaç ev
Hepsi bahçe içinde
(Bireylikler)
Kaynak: Edebiyatta Milas
***
VİCDANİ
KOKU
Baltalıkapı?daki uzun burunlu köylüler
Yerin altındaki eski kentin
Kokusunu duyar.
KOKULU
Üstünü değiştiriyor nisan
Yıkılmış su kemerlerinin arkasında
Kokulu giysileri benim olsun.
KOKUDAN
Sen sen kokuyor
Bugün hava,
Ben öldüm.
PAY
Milas?ta Gümüşkesen?in üstünde
Oyalanır dolunay
Bizi birbirimize paylaştırır
Senin üstüne yazı yazdım
Çıplak dilimle
Harf harf,
Dilim bi? açıldı bi? açıldı.
KİMSEYE SÖYLEMİYORUZ
Aramızda kalıyoruz
Yerden patlıyor bahar
Birbirimizi geçiyoruz
Tatlı suyun tadından
İçimizden genişliyoruz
Gülhatmiler uzatmış
Süslü başlarını
Dosdoğru bize bakıyor
Çalıların arasından
Bütün bunları
Kimseye söylemiyoruz.
VİCDANİ

(Bireylikler, 27 Sayı, Temmuz-Ağustos 2009, kayseri)
Kaynak: Edebiyatta Milas, Halim Şafak Şanlıdağ, Milas Belediyesi yayını-15, 2. Baskı)